23 Nisan 2014 Çarşamba

NECİP FAZIL KISAKÜREK


MESLEĞİ: Edebiyatçı - Aydınlatıcı - Düşünür. 

KÖKÜ: Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.

DOĞUMU:    26 Mayıs 1905de, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir konakta doğdu.

ÇOCUKLUĞU: Maraş’lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti.

ÖĞRENİMİ:   İlk ve orta öğrenimini, Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı.

HOCALARI: Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşki gibi isimler vardı.

DEVLET
FIRANSAYA GÖNDERDİ

ÜNİVERSİTE: İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu.

KARMAŞIK HAYAT

Gençliğinde Fıransa'da bohem*  hayatı yaşayıp, her türlü sanat çevresinde bulundu.

Türkiye'ye döndüğünde sanat ve edebiyat çevrelerinin gözbebeği oldu.  Yaşayışını düzenleyip maneviyatını geliştirince, bazı kesimler  cephe aldı. Devlet ve rejim aleyhatarı olduğu gerekçesiyle zindanlarda yattı.

EN BÜYÜK ŞAİR

Otoritelerce; Nazım Hikmet'le birlikte Türkçenin en iyi şairi olarak gösterilir.

SİYASİ OLUŞUM

Siyasi oluşumlarla da ilgilenmemiştir. Siyasetin içine çekmeye çalışanlar onu bir parti üyesi yapamamışlardır. Genellikle eserleri manevi ağırlıklı olmasına karşın zaman zaman aynı saftaki arkadaşlarına bile karşı çıkmıştır. Mesela: Necmettin Erbakan'a.

ÇALIŞTIĞI  ALANLAR

Türkiye'ye dönüşünde,  Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında Müfettiş ve Muhasebe Müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde  hocalık yaptı.

EDEBİ HAYATI

Ozanlığa,  17  yaşında iken , annesinin arzusuyla başladı.  İlk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. 1932 Yılında, henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı, Ben ve Ötesi ile  şöhreti daha da arttı.

KULLUK GÖREVİ

1934 Yılında şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp, içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için bu (1934)  yıl gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopmaz.


NECİP FAZIL
VE ARVASİ

Prof. Dr. Ramazan Ayvalı, şair Necip Fazıl ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: "Üstad Necip Fazıl'dan bizzat dinledim. Merhum Abdulhakim Efendi Süleymaniye Camii'nde vaaz vermektedir. Necip Fazıl da 10 soru yazar ve soruları cebine koyup Süleymaniye Camii'ne gider. Vaazdan sonra soruları kendisine soracaktır. Ancak, Arvasi Hazretleri vaazı sırasında Necip Fazıl'ın sorularını birinciden başlamak üzere tek tek cevaplandırmaktadır. Üstad bir ara "acaba soruları cebimden düşürdüm de eline mi geçti?" diye şüphelenir. Cebine bakar soru kâğıdı yerinde durmaktadır.’’

TÜRK EDEBİYATININ
EN GÜÇLÜ TİYATRO  ESERİ
BİR ADAM YARATMAK

Necip Fazıl'ın;  Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi gördü.  İlgi gördü çünkü hemen  hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesini savunuyordu. Bu eserlerden, Bir Adam Yaratmak, Türk Tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.

ÖDÜLLERİ

1.  1947 CHP Piyes Yarışması birincilik ödülünü,
2.  1980'de   Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü,
3.  1981’ de  Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı,
4.   1982’de Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülünü almıştır.

ÜNVANI: 1980'de,    Türk Edebiyatı Vakfı'nca verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.

ÖLÜMÜ: 25 Mayıs 1983. (bazı kaynaklar, doğumunun  da, 25 Mayıs olduğunu – doğumu/ölümü aynı gün – yazar.)


NFK Eminönü Lokalinde
Düzenlenen 12 Şubatı
Anma Toplantısında

NFK Şöyle Diyor: “Maraşlılar! Memleketinizde doğmadım. Fakat babadan oğula, oranın eski bir familyasından geliyorum. Kendimi yüzde yüz Maraşlı sayabilirim. Maraş’a ekleyecek hiçbir şerefim yok’ fakat Maraşlı olmaktan gelen bir şeref taşıyorum. Bu şerefi içimde rastgele bir duygu değil, sistemli bir şuur halinde besledim."

DEDESİ: Rahmetli üstada, o zamanın sultanının verdiği en büyük rütbeyi taşıyan dedesi, her fırsatta şunu söylermiş: “Büyük babanın, memuriyet ve mevkii ile iftihar etmeyeceksin, ancak onun içinden geldiği yer ve o yerdeki itibar derecesiyle övüneceksin!"

ESERLERİ

    1.  Cinnet Mustatili,
    2.  Hikayelerim,
    3.  Çile,
    4.  Aynadaki Yalan,
    5.  İdeolocya Örgüsü,
    6.  Mukaddes Emanet,
    7.  O ve Ben,
    8.  İman ve İslam Atlası,
    9.  İhtilal,
   10. Bab-ı Ali,
   11. Raporlar,
   12. Para,
   13. Senaryo Romanlarım,
   14. Parmaksız Salih,
   15. Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar,
   16. Benim Gözümde Menderes,
   17. Nur Harmanı,
   18. Yeniçeri,
   19. Türkiye'nin Manzarası,
   20. Namık Kemal,
   21. Sabır Taşı,
   22. Reis Bey,
   23. Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu,
   24. Müdafaalarım,
   25. Sosyalizm, Komünizm ve İnsanlık
   26. Ahşap Konak,
   27. Yunus Emre,
   28. Kanlı Sarık,
   29. Peygamber Halkası,
   30. Konuşmalar,
   31. Moskof,
   32. İbrahim Ethem,
   33. Hesaplaşma,
   34. Esselam,
   35. Dünya Bir İnkilap Bekliyor,
   36. Hac,
   37. Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar,
   38. Türkiye'nin Manzarası,
   39. Çerçeve,
   40. Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han,
   41. Bir Adam Yaratmak,
   42. Kafa Kağıdı,
   43. Çöle İnen Nur,
   44. Tanrı Kulundan Dinlediklerim,
   45. Müdafaalarım,
   46. Veliler Ordusundan 333,
   47. At'a Senfoni,
   48. Hazret-i Ali,
   49. Hücum ve Polemik,
   50. Öfke ve Hiciv,
   51. Tohum,
   52. Hitabeler,
   53. Son Devrin Din Mazlumları,
   54. Hesaplaşma,
   55. Doğru Yolun Sapık Kolları.  Ve saire…………bu kadarıyla yetiniyoruz.

-------------------------------------------------------------------------

şiirlerinden

 -------
beklenen

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar

Necip Fazıl Kısakürek

----------

Meydan Şiiri

Tek istikamet Kabe
Ve tek örnek sahabe
Böyle yükseldi sütun
Böyle kuruldu kubbe

Derken nuru kararttı
Yobazda kara cübbe
Tuzağa düştü aslan
Sorguç takıldı kelbe

Vatan yüzelli yıldır
Manada bir harabe
Artık iman ve ahlak
Türbedarsız bir türbe

Ne hatıra maziden
Ne isim ne kitabe
Düşmek, yükselmek oldu
Uçurumda mertebe
Ağla ey koca tarih
Bu acıklı nasibe

Nerdesin ulvi fikir
Çilekeş murakebe
Sahte devrimler boyu
Tarihi muhasebe

NOT: 142 dizeden oluşan bu uzun şiirin, okurun hoş görüsüne sığınak 27 dizesini  alıyorum.

-----------

Uyan Yarim

Uyan yarim uyan söndü yıldızlar
Gün karşı tepeden doğmak üzredir
Her sabah güneşi seyreden kızlar
Mahmur gözlerini oğmak üzredir

Uyan yarim sesler geldi derinden
Karanlık oynadı koptu yerinden
İlk ışık kapının eşiklerinden
Şimdi bir gölgeyi kovmak üzredir

Sevgilim kapımı çaldı aydınlık
Baygın gözlerimi aldı aydınlık
İçimde tıkandı kaldı aydınlık
Bu aydınlık beni boğmak üzredir

1923
Necip Fazıl Kısakürek

----------

MÜCADELE: Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarıyla sürdürdüğü mücadeledir.
Haftalık Ağaç dergisi, etrafında  dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur.

YÜZLERCE YIL HAPİS: Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine  muhalefeti dolayısıyla  hakkında açılan çok sayıda davada,  yüzlerce yıl hapis cezası  istendi. (Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.)  Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük  çeşitli  türdeki yazılarını;  Yeni İstanbul, Son Posta, Babıali’de Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı.

-------------

kafiye

ne diye
bu şuna
şu buna
kafiye?
başa taş
aşa yaş
Hey'e ney
tuhaf şey

kafiye
mantığı
o mantık
hediye
sandığı
bu sandık!
o mantık
bu sandık-
ta sandık
ve yandık
ne yandık
Necip Fazıl Kısakürek

NOT: 123  dizeden oluşan bu uzun şiirin, okurun hoş görüsüne sığınak 20 dizesini  alıyorum.

--------

Aç Kapıyı

 Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.

Necip Fazıl Kısakürek

 ------

Dönemeç

Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık

Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat.....
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım.....

 Necip Fazıl Kısakürek

 ------
   
Mezar

Kapıya ne icra memuru gelir
Ne Birinci Şube sivil polisi.
İçerde kimine kuş tüyü sedir
Yüz üstü toprağa düşer kimisi

Bir musiki orda zaman ve mekân
Yıldız dolu feza küçük camekân
İmkân atomunu çatlatan imkân
Bir hiç ki içinde heplerin hepsi

Necip Fazıl Kısakürek

 ------

NAZIM HİKMET'E
İLK VE SON HİTAP

Nâzım Hikmet!
Nafile çabalıyorsun.
Sana kızmıyorum. Kızmayacağım.
Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklayan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.
 Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başıyla fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.
Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kim bilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, Beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.
Bundan bir kaç ay evvel Babıâli’de, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlik reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?
 Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarmaş dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat adîliğinin, dolandırıcılığının ilk örneği ( prototipi) diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?
İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktinde vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum.   Fakat hepsi bu kadar.  Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmazlık etme!
Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan acizim.
 Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
İşte görüp göreceğin rahmet!
------

Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek'in yaşamından güzel ve ibretlik anekdotlardan bir kaçını aktarıyoruz:

1. Necip Fazılın da katıldığı şiir yarışmasının sonuçları belli olmuştur. Ancak henüz üstad sonuçları öğrenememiştir.
Bir dostu yanına gelir ve: "Üstad yarışmanın sonuçları belli oldu" der.
Necip Fazıl: " İkinci kim oldu?" diye sorar!
Dostu donar kalır! Çünkü birinci Necip Fazıl Kısakürek olmuştur.
 2. bir gün Necip Fazıl'la, Nazım Hikmet gemiden iniyorlarmış. Necip Fazıl oruçmuş. Nazım Hikmet değilmiş. Derken açlıktan ölmek üzere olan bir köpek görmüşler, Nazım, Necip Fazıl’a:
"Bak Necip galiba köpek de oruç tutuyor, senin gibi. " deyince,  Necip Fazıl: "Bilmez misin Nazım, köpekler oruç tutmaz." diye cevabı yapıştırmış.  (Nazım Hikmet hayranları bile, Necip Fazıl’ın üstünlüğünü kabul etmektedirler.)
 3. Necip Fazıl,  bir üniversitede katıldığı bilgi şöleninde (sempozyum), izleyicilerden biri: "Ben sizin geçmişinizi de biliyorum" diyerek kendisiyle eğlenmeye kalkınca üstad şu muhteşem cevabı verir ; "Benim geçmişim bir çöplükten ibarettir ve çöplükleri ancak köpekler karıştırır,"der.

 ------

* bohem hayat: Paris te 20. yy başlarındaki şair, ressam, yazar, filozof, müzisyen tayfasının yaşadığı biraz dağıtık, bolca dünya keyiflerinden etkileşimli ancak entellektüellere has bir sanatsal üretim öğesi taşıyan hayat tarzına konmuş isimdir.


---------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder