23 Nisan 2014 Çarşamba

NURİ PAKDİL

KİMDİR: Edebiyatçı - Düşünür
(yedi güzel adamdan biri)

DOĞUMU: 1934 Yılında Maraş'ta doğdu.

ÖĞRENİMİ
İLK/ORTA/LİSE:  Maraş'ta tamamladı.

ÜNİVERSİTE: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi.

LİSE YILLARI: Lise yıllarında (1954-1955) bir grup arkadaşıyla (Rasim ve Alaeddin Özdenören Kardeşle, Erdem Bayazıt, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan vs.) Hamle adında bir dergi çıkardı.

EDEBİ YAŞAMI: İlk çalışmaları olan  şiir ve deneme türlerindeki yazıları  Maraş'ta yayınlanan, Demokrasiye Hizmet gazetesinde yayınlandı.

SANAT: Üniversite yıllarında (1964) İstanbul'da bir haftalık dergide sanat sayfaları düzenledi.

HUKUK: 1965 - 1967 yıllarında bir bakanlıkta hukuk müşaviri,

UZMAN: 1967-1973 yıllarında da Devlet Planlama Teşkilatında uzman olarak çalıştı.

EDEBİYAT DERGİSİ
VE YAYINLARI KURULUYOR

Edebiyat dergisini (Şubat 1969) ve Edebiyat Dergisi Yayınları'nı 1972 yılında kurdu.

Nuri Pakdil'in ve Edebiyat Dergisi Yayınları'nın ilk kitabı Batı Notları'dır.

Dergi yayını 1984 yılına kadar sürdürdü.

Edebiyat Dergisi Yayınları, 1972-1984 yılları arasında, 18'i Nuri Pakdil imzasını taşıyan, 45 kitap yayımladı.

ESERLERİ

1. Biat I, Deneme, Haziran - 1973,
2. Harikalar Tablosu-Prevert, Oyun/Çeviri, Temmuz- 1974,
3. Ay Operası / Prevert, Şiir/Çeviri, Nisan - 1975,
4. Biat II - Deneme, Ocak 1977,
5. Bağlanma, Deneme, Şubat 1979.
6. Bir Yazarın Notları II, Deneme, Aralık 1980.
7. Put Yapımevleri, Oyun, Nisan 1980.
8. Biat III, Deneme, Nisan 1981.
9. Bir Yazarın Notları III, Deneme, Mayıs 1981.
10. Kasırganın Çatırtıları / Guillevic, Şiir/Çeviri, Mayıs 1981.
11. Bir Yazarın Notları IV, Deneme, Eylül 1982.
12. Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, Oyun, Haziran 1982.
13. Edebiyat Kulesi, Deneme, Şubat 1984.
14. Sükût Sûretinde, Şiir, Şubat 1997.
15. Derviş Hüneri, Deneme, Mart 1997.
16. Batı Notları, Gezi-İzlenim, Mart 1997.
17. Arap Saati, Deneme, Mayıs 1997.
18. Umut, Oyun, Haziran 1997.
19. Ahid Kulesi, Şiir, Haziran 1997.
20. Korku, Oyun, Ağustos 1997.
21. Klas Duruş, Deneme, Ekim 1997.
22. Arap Şiiri (Güldeste) I, Şiir/Çeviri, Haziran 1998,
23. Arap Şiiri (Güldeste) II, Şiir/Çeviri, Haziran 1998,
24. Kalem Kalesi, Deneme, Ekim 1998.
25. Bir Yazarın Notları I, Deneme, Mart 1999.
26. Osmanlı Simitçiler Kasîdesi, Şiir, Temmuz 1999,
27. Otel Gören Defterler 1 - Çarpışan Sesler, Deneme, 1999,
28. Otel G. D. 2: Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada- Deneme, Mayıs 2000,
29. Otel Gören Defterler 3: Büyük Sorgu - Deneme, Kasım 2001,
30. Otel Gören Defterler 4: Simsiyah - Deneme, Nisan 2002,
31. Otel Gören Defterler 5: Ateş Hattında Harf Müfrezeleri - Deneme, Ocak 2003,
32. Otel Gören Defterler 6: Yazmak Bir Mûcize -Deneme, Haziran 2005,
-----------

Şiirlerine, yazılarına titizlik gösteren edebiyatçılardandır. Şiirlerinin bazılarını 100 defa, bazılarını daha çok defa tekrar tekrar yazdıktan sonra kitabına girmeye hak etmiş olduklarına inanırsa şayet dizeleştirir ve okuyucuya sunar.

Onu bir çoklarımız yazdıklarını yüzeysel okuduklarından, ya da rivayetlerden yola çıkarak eleştirir. Şöyle ki; “ Namaz gibi ibadetlere ‘eylem’ dediğini ve okumanın beyhude olduğunu savunurlar. Peki eylem değil de nedir ya! Bundan daha büyük kelime olur mu?

-----------

ŞİİRİNDEN ÖRNEKLER

Babam Ziyaioğlu
Hoca Emin Efendi

Yaşama cesaretimi artıran
Ağır acı oturuşunuz vardı

Nuri Pakdil

*

Rahman

Suyu temizliyor ayakların /gerçek mi gerçek/

savaş pilotu exupery'nin
parmaklarının suya dokunuşudur
çoğalan ibrahimlerle
bir gelecek vakit habercisi
yeniden çizdi kenti

- buruşmuş çocuk balonları
gibi kaldırıldı
kentin
putları
ve
eski fotoğrafları -

bir şölen
kelimelerde

inanınca duanın gücü artar
tutsaklık eridi
bir akımdır geçen yüreğimden
en uzaktaki bir Müslümanın yüreğine

/varoluş sevmenin ekonomisi/
baktığın yerlerde gölge
rahman rahim
bir kutsal gölge

vakur dinç
bir devrimden
iyi anlarım
- benim işim
devrim
yapmak

bir güzel geyik gibi
özü tarihin
anlamı yaşamanın -her savaşçının-
bir muştu büyütüyorum yüreğimde
bileklerimizin gücüne doğru işleyen
bir asya direnci
afrika siyah inci
en çok şimdi anlıyoruz ömer'i ali'yi hasan'ı ve osman'ı
/keskin nişancı
olarak
ilerliyoruz/

ey öbürsü günleri bekleyen çocuklar
- işçi asker
kutsal
/alınteri kitabımın ilk cümlesi/
burjuva ayağa kalk
güneyde kuzeyde doğuda batıda
yargılıyorum seni

şan soluyan şan alan genç yürekler
ey kardeşler
gören gözlere ortalık ışımıştır

Nuri Pakdil

(mayıs1970)

*

Hem yazı hayatı hem üslubu ve sessiz yaşantısı ile varlığında adeta efsaneleşen kendi şahsına münhasır bir yazar, düşünür, edebiyatçı, dava adamı, sonsuza hızlı adımlarla giden bir yürüyüşçü, çocukluğunda atlasla gezen, uyurken bile yüzüne atlas koyan bir yeryüzü sevdalısı, annesinin anlattığı Cezayir öyküleriyle büyüyen bir gezgin, “Alın terinin fişek gibi dümdüz ilerlediği zaman” a vurgun bir derviş, insanı insana karşı savunan bir özgürlük ve adalet bekçisi, “Umut dağı”’na koşan maratoncu, kimliğinin her noktasında nöbet tutan bir direnişçi, özellikle edebiyat severlerin uğradığı/uğraması gereken/uğramadan edemediği önemli bir ocak/durak, yaşamayı hak/ediş olarak gören uyarıcı, “Klas Duruş”a sahip bir mütefekkir, kısacası; sükuneti içinde presleyen Muhalif Çelik Adam: Nuri PAKDİL

II.

Evrensel bir düşünüş ve bakış açısına sahip Nuri Pakdil’in batı ile ilgili görüş ve düşünceleri, üzerinde en çok durulması ve düşünülmesi gereken konulardandır. Çünkü onun batı tasavvuru, aynı zamanda bir doğu ufku da verir bize. Bir programa katılmak üzere gittiği Paris’te, batı günlüğü adı altında tuttuğu notlar onun batı düşüncesi hakkında önemli ipuçlarıdır. Daha sonra “Batı Notları” adıyla kitaplaşan bu notlar, hala tazeliğini ve önemini korumaktadır.

Nuri Pakdil’in batı notları, sadece batı izlenimleri olmayıp, batının onda yaptığı çağrışımları ve doğuya, İslam dünyasına bakışını da kapsar.

Bilinen gerçeklere yeni bir şey ilave etmediğini, ancak var olan gerçeklerin yazılması ve üzerinde düşünülmesi gerektiğini vurgular N. Pakdil.

Paris’e gitmek üzere bindiği uçakta, Trakya üzerinden geçerken hissettikleri onun Anadolu hassasiyeti ve batı yorumu hakkında bize ışık tutar: “Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu, Türkiye’nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olan, uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya, tarihi bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun mutlaka cevabını bulmaya çalışmaları istenmelidir. Trakya’yı nasıl yitirdik? sorusu uçağın içinde durmadan çınlıyor.” Bu sorunun cevabını yeni kuşak bir bir araştırmalı diyor N. Pakdil. Hala ortalarda cevap bekleyen bir soru…

Her şeyi Avrupalıların bildiğini, onlar nasıl düşünüyorlarsa bizim de öyle düşünmemiz ve onlara öykünmemiz gerektiğini isteyenlerin, böylece batılılaşmak adına yabancılaştığını vurgular N. Pakdil.

Batı, daha doğrusu Frankfurt, “geometri” ve “eşya ateşiyle” karşılıyor onu. Her şeyin akla yüklendiği, ölüm korkusunun had safhada olduğu batıda tek çare makineleşmekte görülmüş. Özellikle de Almanya’da… Oysa diyor Nuri Pakdil; “ölmek korkusunu, ancak ölüm ötesi inanca inanarak yenebiliriz.” İşte ta 1970’lerde bile, N. Pakdil’in tespitiyle batıda eksik olan budur.

N. Pakdil, gezisinin Paris durağında durup düşünüyor. Çünkü Paris’in anılarımızda olumsuz bir yeri vardır. Kültürde yozlaşma ve yabancılaşmamızın motor görevini görmüştür Paris. Tanzimat sonrası Paris’e giden aydınlarımız, batı kültürünü aynısıyla gazete ve dergilerle Anadolu insanına dayatarak, ana uygarlıklarından koparmaya çalışmışlardır. Çünkü onlar; “batılılara öykünmek terakkidir...” zannettiler. Bu nedenle; “bizde kültürde yabancılaşma Fransızların, politik düzeydeki yabancılaşma ise İngilizlerin etkisiyle olmuştur.” diyor N. Pakdil.

Paris, Cumhuriyet dönemi aydınlarımızın da kötü bir düşü olmuştur. Çünkü Paris, batılılaşmakla neredeyse eş anlamlıydı.

Nuri Pakdil, Paris’te katıldığı seminerde tanıştığı Afrikalı dostlarının anlattıklarından yola çıkarak, onların gösterdiği yönü hedef gösteriyor: “Yabancılaşmayı bırakarak, mazlum ulusların yürek çarpıntılarını duymanın vaktidir.” Evet, Avrupa’da bu yoktur.  Avrupalı aydınlarda doğu çocuklarını Afrikalı çocuklara bağlayan mistik öz yoktur diyor N. Pakdil.

N. Pakdil  1970’li yıllarda Afrika’ya büyük önem veriyor. Toynbee’nin  Afrika ile ilgili şu tespitini aktararak; “Onların kullanılmamış enerjileri var. Yorgun değiller. Yeni çağ onların olabilir.” Afrika ile ilgili çarpıcı tespitler yapıyor. İlk ezanı okuyan Bilal’ın Afrikalı oluşu, Habeşistan’a elçi gönderilişi hep bir Peygamberin ilahi bir işareti olarak okumamız gerektiğini hatırlatıyor. Ve Afrika’nın gelecekteki öncülüğüne ışık tutarak, bu kıtaya eğilmek gerektiğini salık veriyor ilgililere.

Çağın bizi birlik olmaya, çağırdığını, bu nedenle de 1923’den beri batıya bakarak ağrıyan boynumuzu, çağın buyruğunu dinleyerek ancak iyileştirebileceğimizi hatırlatıyor. Çünkü ona göre; “çağın devleti olmak isteyen, çağın buyruğunu mutlaka dinler.”

Nuri Pakdil sürekli tarihe, geçmişe göndermelerde bulunur. Afrikalı seminer arkadaşı Traore’nin ağzından bu gerçeği teyit eder; “Sizin bir tarihiniz var. Bir ulusun tarihi olmak, ne demektir bilir misiniz? Ona dayanarak ilerilere uzanmak kolay. Bir ulus için tarih o denli gerekli ki... Halkları ulus yapan kuvvet tarihten gelir.”

N. Pakdil’in Batı Notlarında sürekli Türkiye’ye, yerliliğe, kendi özümüze ve kaynaklarımıza dönüş vurgusuyla karşılaşıyorsunuz. İslam birliğini vurguluyor. Bunu da Ortadoğu ülkeleri ile birlikte yapmak gerektiğini hatırlatıyor. Ortadoğu birliğine dikkat çekiyor sürekli.

“Türkiye yuvarlak bir top gibi” masanın üzerinde duruyor. Onu şekillendirmekle meşgul N. Pakdil. Bu nedenle o, 1970’lerin sıcak atmosferinde ideolojiye sığınıyor. Çünkü ideoloji, onun için çok şey ifade ediyor;

“İdeoloji, benim dünyamdır. Bana geçmişimi anımsatır, bugünümü belirler, geleceğimi tayin eder. Çünkü ödevimin ne olduğunu, ancak ideolojik dayanışma içinde anlayabiliyorum.”

N. Pakdil, özeleştiriye davet ediyor kendimizi 1970’li yıllarda. Çünkü ona göre özeleştiriden kaçanın geleceği karanlıktır. Bu nedenle; “rejimlerin de özeleştiriden kaçınmamaları gerekir.” diyor o.

Bu gözle bakıldığında Türkiye, Ortadoğu ülkeleri için kelimenin tam anlamıyla “umut” tur. Çünkü yüzyıllarca Ortadoğu’nun sözcüsü olmuştur Osmanlı Devleti. Osmanlı yıkılınca Ortadoğu da sözcüsüz kalmıştır. İleri görüşlü tespitleriyle, içimize yürüyen ve hala kanayan yaramıza parmak basan N. Pakdil’in batı ve Ortadoğu ile ilgili görüş ve düşünceleri BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’nin hararetle tartışıldığı ve uygunluğuna zemin hazırlandığı bir dönemde daha da önem kazanmaktadır. İşte o görüşlerde önemli bir kesit:

“Yurdumun çağ için gereği belli. “umut” kelimesi yerine “Türkiye” adını yazsak yeridir. Çünkü Türkiye yalnız kendi kendisi için değil, Ortadoğu ülkeleri için de varolmak zorundadır. Çünkü Ortadoğu ülkelerinin sözcüsü, yüzyıllar boyunca Türkiye (Osmanlı Devleti) olmuştur. Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla, Ortadoğu ülkelerini İslam Uygarlığının belirlediği birlik çizgisinde özenle korumuştu. Ortadoğu ülkeleri, bu birlik çizgisinden saptıkları için, toplumsal ve politik bunalımlara düşmüşlerdir. Bu bunalımlarından kurtulmak için ortak uygarlığın bilincine yeniden ve çağdaş bir sezişle varmak gerekiyor. Türkiye bu ortak uygarlığın bilincine yeniden ve çağdaş bir sezişle varabilirse, tüm Ortadoğu ülkeleri için izlenmesi gereken bir yol çizmiş olacaktır. Bu yol, çağ için de umut yoludur.

Türkiye’nin bin yılı aşkın bir süredir oluşturduğu tarih birikimi vardır. Tarih birikimi, bir ulusun en canlı kuvvet kaynağıdır. Bu tarih birikiminden esinlenerek uygarlık değerlerimizi canlandırmalıyız. Uygarlığımızın özündeki İnanç -ki buna “yerli düşünce” diyoruz- Türk halkı gönlünde canlı, yeni ve hiç bozulmamış biçimde duruyor. Bu yurdumuzun kaynağıdır. Yabancılaşma akımlarına karşı ve çürümemek için. Ne var ki, bir düşüncenin buyurucu bir düzeye çıkabilmesi, aydınlar aracılığıyla gerçekleştirilebilir.”

Paris’in uygarlığımızla karşılaştırmasında da bulunur zaman zaman. Paris, “annesini yitirmiş bir çocuk” olarak sunulur bize. Bu nedenle de, “darmadağınık evin içi” diyor.

N. Pakdil’in o günkü Paris için tespitleri, aslında bütün batı için günümüzde de geçerliliğini koruyor. Sadece maddeye, makineye sığınan Fransız halkı, soğuk bir yapıya sahip ona göre. Çünkü, insanlarda manevi boşluk had safhada. Maddi istek iştahlarını kabarttıkça kabartıyor. Ve madde hiçbir zaman insanları doyurmuyor ve onları mutlu etmeye yetmiyor. Batı ile doğu arasındaki temel fark burada yatıyor aslında.
 
Batı toplumunun çöküntüsü bir umut olarak yeşeriyor onda. Bu umut, bizi kendi uygarlığımıza davet ediyor aslında. Kendi geçmişimize, tarihimize götürüyor. N.Pakdil’in de ısrarla üzerinde durduğu, batının bizi yabancılaştırma oyunlarına karşı, çözümün ancak kendi uygarlığımıza dönüşte olduğudur. Onun Batı Notları bu vurgularla dolu… Ortadoğu’nun kurtuluşu da aynı yoldan geçiyor.

N. Pakdil’in Paris izlenimleri, 1970’lerin batı fotoğrafını da ortaya koyuyor aynı zamanda batıya karşı olan muhalif çelik adam, batı notlarıyla batı uygarlığının iç dünyasını, çelişkilerini, bunalımlarını ortaya koyuyor böylece açık seçik.

Batıdan medet uman, batılılaşmaya ve yabancılaşmaya adım adım koşan Türk insanına bilinen şeyleri tekrar hatırlatarak çıkış yolu ve yön gösteriyor sürekli.

III.

Nuri Pakdil, içinde taşıdığı duygu ve düşüncelerini bütün içtenliği ve sadeliği ile kaleme taşır. Çünkü yazmak onda; “doruk noktasına ulaşmış aşk” ve aynı zamanda; “Ağrı’dan daha da ağır bir dağı yüklenmek” tir. Kendine has bir üslup ve tarz ile kağıda aktardığı en önemli yazın türlerinden biri de günlükleridir. Noktalama ve yer yer kendine has işaretler (= , +, _-, …vs) yazılarının önemli bir özelliğidir. Bu işaretlerle yazıya bir hareket kazandırır aynı zamanda.

Kudüs posteri, yazı makinesi ve çantasıyla İstanbul sokaklarını arşınlayan çelik adam Nuri Pakdil’in günlükleri, keskin kelimeleriyle okuyanı darmadağın eder adeta. Bir “derviş hüneri”yle kaleme aldığı günlüklerin her kelimesi, içten bir samimiyetle yüreğimize konar.

Nuri Pakdil’in günlükleri, Cemil Meriç’in jurnallerini hatırlatır bize şiirsel üslubuyla.

Yazıda estetiğe, düzene ve disipline önem veren Nuri Pakdil, harfleri titiz bir elemeden sonra bir araya getirip, özgün kelimeler ve altın cümleler oluşturur. İlk okuyucunun zihninde şimşekler çaktıran bazı kelime ve cümlelerin üzerine özenle yerleştirilen (*)işaretinin dipnotu veya paragraf içinde yer alan metin dışı öğe (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı yok:…) ayrı bir irkilme yaratır okuyucuda. (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı yok:…) metin dışı öğeyle sürekli karşılaşır okuyucu. Bir süre sonra okuyucu, bu tür uyarılara alışır.

“İnsan kendini de pusuda beklemeli” diyen yazara göre; yoksulluk “bir meşale.”… Çünkü o sürekli vicdanında derin kazılar yapar. Kelimelerin en zarif tarafından tutunup terfi eder sürekli. Karmaşık ve ızdıraplı ruh halinin heybetiyle yüklendikçe kelimelere, daha da güzelleşir cümleler onda. Onun dünyasına girebilmek için, kelimeler ormanında sonsuz bir yürüyüşe çıkmak gerekir. Erken mi çekti elini kelimelerden? Yoksa ızdırabın sükunetine mi yumuldu? Bilemiyoruz… bilinen o ki; çelik kelimelerden kalıcı cümleler bıraktı heybemize.

O kendi deyimiyle; “ülküsünü ülkesinde yaşatmak için” çaba sarf etti. Bunu yaparken de, sözün gücünü kullandı. Süper güçlerin hegemonyasına karşı yapabileceği tek şey vardı elinde: hikmetli söz… Bu nedenle o ancak, ülküsünü hikmetli sözle yaşatmaya çalıştı. Söz elinde bir hallaç pamuğu gibi döndü dolaştı ve taşı gediğine koydu. Bir söz ustasının maharetiyle kelimeleri sürdü namluya.

Yalnızlığın sihirli odalarında büyülü kelimelerle içimize yürüdü sürekli. Kendine ve insana ulaşmanın istasyonu olarak sığındı yalnızlığa. “insana ulaşmak için en kısa yol yalnızlık mıdır? Yanlarında hiçbir zaman kolayca kavrayamıyorum da, az sonra yalnızlığıma girince –devamlı hücrem= yalnızlığım- yoğun düşünmeye başlıyorum insanları.”

Sözcükler onda iyice kaynadıktan sonra cümleleşir. Ham sözcüklere “KARŞIDURMAK” tavrını takınarak yeni, olgun ve kalıcı cümleler oluşturur.

Yalnızlık, gece, sükut, Kudüs, hüzün… ondaki büyülü dünyalar. Adeta sığınılacak limanlar… bütün gücü sanki o gizli odalarda saklı.

IV.

N. Pakdil, kendi çocukluğundan başlayarak, yazın serüveninden bahsederken “Bir Yazarın Notları I” eserinde Cezayir anektodu bir hayli dikkatimizi çeker ve duygulandırır bizi. Onun Cezayir ilgisi çocukluğundan başlayarak yaşamının her kademesinde canlı kalmıştır. Akşam evde güldeste şiirlerini karıştırırken ilkokul günlerinde bulur kendini birden:

“-Anne, haydi, biraz daha anlat o öyküyü.

-Araplar, uzun, ince, beyaz atlarına binmişler; koşturuyorlar atlarını. Büyük deniz varmış geçmek istedikleri. Ellerini açmışlar; durmadan yakarmışlar Tanrı’ya, yardım dilemişler.

-Sonra?

-Sürmüşler atlarını denize.

-Çok gitmişler mi ondan sonra da anne?

-Günlerce, haftalarca gitmişler; gitmişler…

-Nereye gitmişler sonra anne?

-Cezayir’e varmışlar.”

Orta okullu yıllarda mahalli dergi ve gazetelerde yazdığı yazılar ünlü eleştirmenlerin dikkatini çeker. Yazmak; onun için bir tutku ve varoluş felsefesi haline gelir daha sonraki yıllarda. Yazmanın temel yolunun okumaktan geçtiğinin bilinciyle üniversiteli yıllarda bir süre kendisini okumaya verir. Sabahtan gece 23.00’e kadar açık olan kütüphanede okuma odalarında demlenir adeta.

O, “yazar olmanın tek yolunun yazmaktan geçtiğinin” altını çizer notlarında. Yine ona göre; “Yazmak, uzun yürüyüşe başlamaktır.”

Ürünlerini bir yerde yayımlamadığı ya da yazmadığı (ki bu döneme o yılanlı günler der) dönemlerde mektuplar yazmıştır bol bol. Mektuplarını ise o şöyle kaydeder tarihe: “Her yere serptiğim tohumlarım: mektuplarım.”

Askerlik akabinde Edebiyat Dergisi yayımlanmaya başlar. O bu sevinci ise şöyle ifade eder: “Bir tür varoluş sevinci…”

Kudüs, N.Pakdil’in olmazsa olmazlarından bir semboldür. Yazılarındaki Kudüs; dinamizm, heyecan, özgürlük, umut, gelecek olarak yürür içimize. İçten bir Kudüs aşığıdır o: “Ve yüreğinin üzerinde bir tül gibi duran Kudüs, ah Kudüs.” Çalışmalarında, İstanbul’u nokta, Paris’i virgül, Kudüs’ü ise iki nokta olarak görür kendince.

“Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur.” ona göre.

Çünkü ona göre; “Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Bizim için hala da özel bir konumu vardır. Kudüs’ü savunmak gerçek bağımsızlığı savunmaktır.” O nedenle hiç yanından ayırmaz 23X82 havadan çekilmiş Kudüs posterini. Ve tabii ki yazı makinesi ve çantasını da... Hala içimizde büyük bir boşluk olarak duruyor Kudüs… İlk kıblemiz ve özgürlüğümüz esareti soluyor. Kudüs savaşıyor. Filistinli taş atıyor İsrail’e. Bu nedenle Kudüs’ün özel bir yeri ve anlamı olmuştur N. Pakdil için. Onun şiirlerine, yazılarına, günlüklerine belki de en çok Kudüs konu olmuştur. Çünkü O’na giden bütün yolların kesiştiği yer orası…

Çünkü; “Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur.”

N. Pakdil, Bir Yazarın Notları’nda kendine has üslup ve kelimelerle, hem yazarlık serüveninden hem de gönül yolculuğundan söz eder. Söz dönüp dolaşıp yazara ve hammaddesi sözcüklere geldiğinde, söz bilenir ve yüreğimize konuşlanır. Duygu yüklü kalemi, tecrübe akıtır sayfalara. Ve yazarların genellikle sözcüklere başkaldırdığından bahseder. Onu okurken, hep kendinizden bir şeyler bulursunuz. Çoğu kere acı oluk oluk içinize akar ve nemli gözlerle selamlarsınız hayatı. Ya sabır deyip yola koyulursunuz ister istemez. Yormadan, bıktırmadan, usandırmadan incilerle süslenirsiniz onu okurken. Kendinizden geçip yine kendinize gelirsiniz bir bakıma.

V.

Nuri Pakdil, edebiyat dergisi kapandıktan sonra uzun bir süre yazılarına ara verdi. Sessizliğe büründü adeta tek odalı hücresinde. Ona yakışıyordu yalnızlık ve sessizlik… 1999 yılının başında siyah kaplı kitaplar serisiyle selamladı yeniden dostlarını: Otel Gören Defterler… En son 2003’ün Ocak ayında beşincisi yayınlandı bu serinin.

Otel Gören Defterler’de yeni bir versiyonu var dipnotların; “(Aşağıdan yukarıya doğru 4.satıra dizgi ve düzelti yanlışı yok, doğrudur: cam da)” artık alışılagelmiş dipnotlardır bunlar.

“Edebiyatın yeri” Otel Gören Defterler’de de peşinizi bırakmıyor: “fırtına dindikten sonraki kıyı gibi edebiyatın yeri.” Yine insanın içine saplanan ok gibi kelimeler ve yine oklar, kareler, uyarı ve dipnotlarla harekete geçirilen cümleler...

Anlaşılan N. Pakdil, Otel Gören Defterler’de yürüyüşünü daha derinleştiriyor ve daha mücerret bir dünyada gezdiriyor bizi. Öyle duygu yüklü, öyle gergin ve öyle anlam yüklü ki kelimeler, taşımaya gücünüz yetmez çoğu kere. Onu anlamak ve algılamak da bir o kadar maharet ve titizlik ister şüphesiz.

Yetmişinde bir bilgeden, son derece heyecan verici kelimeler tatmak bir o kadar heyecanlandırır bizi.

Ama yine de insan daha somut ve doyurucu şeyler bekliyor N. Pakdil’den. Yani daha net ve kolay hazmedici şeyler !... Belki de hazırcı, yiyici ve çok tüketici bir toplum olmamızın gereği olsa gerek bu talepler.

Otel Gören Defterler’de Ortadoğu, onda yine dünyanın hususi dilidir.

Bu nedenle o her cümlenin vebalinin ağır olduğu bilinciyle; “Kapsama alanına tüm insanlık girmektedir.” der.

İç dünyasının karmaşasını ve yer yer berraklığını aktarıyor sayfalara N. Pakdil Otel odasından Maraş diyarına, “Ahır Dağı” eteklerine, “Kay Yokuşuna” sürekli gidip geliyor. Bilinçaltına gizlenen çocukluğuyla yürüyüşe çıkıyor zaman zaman. Ama yanında hiç eksik olmayan Kudüs ve Filistin. Musluğu açınca bile su Filistin akıyor onun gözlemleriyle.

VI.

Nuri Pakdil birçok yazın türünde ürün vermiş doğurgan bir yazar ve şairdir: Deneme, günlük, tiyatro, şiir… vs. kendine ait bir alfabesi ve imlalaması vardır. Tashih ve noktalama işaretlerine çok önem verir. Bir harfin küçük veya büyük yazılması onun için çok önemlidir. Özel hayatının titizliğini yazılarında da görürüz. Zaten onda yaşantı ve yazı içiçedir.

Nuri Pakdil’in dili, soyadı gibi paktır. Türkçe’yi en güzel kullanan yazarlarımızdan biridir. Pak bir dil ve sade bir Türkçe ustasıdır.

Kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle ölçer, tartar ve en vurucusunu sürer namluya… Onun üslubunun çekim alanına giremeyenler, yazılarını itici ve anlaşılmaz bulabilirler. Ancak Onun cazibe alanına girdiniz mi, bir daha ayrılamazsınız. Her kelimenin özel bir anlam taşıdığına şahit olur ve okuduklarınızdan keyif almaya başlarsınız. Rasim Özdenören, onu en çok geceleri ve yalnızken okumayı tavsiye eder bir yazısında. Evet, onu gecenin sessizliğinde yalnızken okuduğunuzda sizde bir ilaç etkisi yaratır adeta.

Nuri Pakdil genellikle, insan ve toplum üzerine yoğunlaştırır yazılarını. O, evrensel bir ufuk ve kalem erbabıdır aynı zamanda. Nerede bir mazlum görürseniz, onu yanı başında görürsünüz hemen. Çünkü o, ağlayan bir yüreğe sahiptir.

Kendini yetiştirmeye ve başkalarını yetişmeye adamış bir “öteli” gibidir Nuri Pakdil. Yani o eğitirken, eğitilir de aynı zamanda. Sözün gücünü kullanarak duygu ve düşüncelerini ifade etmeye çalışmış bir mürebbidir.

Eserleri yazdıklarından ibaret olmayıp, aynı zamanda yaşantısı da başlı başına bir eserdir. Onun hayatıyla sanatı iç içedir.

VII.

1960’lı yıllardan sonra hem edebiyat hem de düşünce dünyasında önemli katkıları olan dergilerden biridir Edebiyat Dergisi. Ve tabii ki Nuri Pakdil’in lokomotifliğinde… Çünkü Edebiyat Dergisi, Nuri Pakdil ile özdeşleşen, örtüşen bir dergidir. Dergide tamamen Nuri Pakdil’in manevi lokomotif görevi ve hassasiyeti ön plandadır. Nuri Pakdil Edebiyat Dergisi’nin doğuşunu Fethi Gemuhluoğlu’ndan aldığı bir mektubu anarak şöyle anlatır: “… Onurlandığım mektuplarının birinde, bir sanat dergisi çıkartmamı, birtakım arkadaşlarla bu derginin çevresinde toplanmamızı buyuruyordu (Edebiyat dergisinin tohumu belki de 1964’lerde düşmüş oldu içime).”

Edebiyat Dergisi, hem kendi kuşağına, hem de kendinden sonraki kuşaklara faydalı olmuş, birçok şair, yazar ve edebiyatçının yetişmesine vesile olmuş bir “ocak” dergidir.

Edebiyat Dergisi zor bir zaman ve zeminde, ideolojik kamplaşmaların had safhada olduğu bir dönemde yayına başlamasına rağmen, bir hayli başarılı bir çizgi takip etmiş ve toplumun değişik kesimleri tarafından heyecanla takip edilmiştir. Kullandığı dil, gündeme getirdiği konular ve parmak bastığı mevzularla okuyucuların ilgisini çekmiş ve özgün bir tarz tutturmayı başarmıştır. Bu başarısında, o dönemin kısır tartışmalarına (sağ- sol – komünizm vs…) girmemesinin ve hadiselere evrensel bir bakış açısıyla yaklaşmasının etkisi büyüktür şüphesiz. Bu evrensel bakış açısı hem Nuri Pakdil’de, hem de dergide yazan diğer yazarlarda olması dikkatlerden kaçmıyor. Edebiyat Dergisi Nuri Pakdil’in tabiriyle aynı zamanda “devrimci” bir dergidir.

Edebiyat Dergisi ulusal bir yayın çizgisine sahip bir “bildiri” vazifesi de görür. On altı yıllık yayın hayatı boyunca (1969-1984) tüm insanlığa umut pompalamıştır. Yayın hayatı boyunca aynı motivasyon ve heyecanla batıya karşı cephe almış ve “yerli düşünce ve bunun bütün değer yargılarına bağlılığı” hararetle savunmuştur. Nuri Pakdil’in “batı günlüğü” yazılarında bu tavrı çok net bir şekilde görmek mümkündür.

Edebiyat Dergisi’nin Aralık 1984 sayısında Nuri Pakdil’in yaptığı kısa bir açıklama, derginin yayına son verdiğini haber veriyordu: “.. Beşinci dönemin 111 ayı boyunca hiç olmayan ‘ara’ aksama bu 1984 yılında tam dört kez oldu. Şimdi bu sayıyı Edebiyat’ın Mayıs 1984, Haziran 1984, Kasım 1984 ve Aralık 1984 sayılarının tümü için çıkarıyorum. İçinde bulunduğum koşullarda, ancak böyle tamamlayabiliyorum 1984’ü”

Kısacası Edebiyat Dergisi, doğru bir zamanda, doğru sözler söylemiş, isabetli çıkışlarda bulunmuş ve insanlığa doğru bir yön göstermiş bir dergi olmaktan öte bir “ocak”’tır.


VIII.

Sonuç olarak Nuri Pakdil, hem sanatı hem de yaşantısıyla üretken bir şahsiyettir. Varlığında efsaneleşen Nuri Pakdil, bizce henüz miadını doldurmamış ve söyleyecekleri bitmemiştir. Dünyanın kabuk değiştirmeye başladığı bir dönemde onu daha çok aramaya başladık. İnanıyoruz ki; o mutlaka konuşacak ve taşı gediğine koyacaktır. Sözü (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı yok:sözü) yormadan onunla noktalayalım:
 “Hayır! Yazar havlu atmaz.
Olsa olsa, sükutunu duvara asar, tüfek gibi; bakar.”

nuri pakdil ve rasim özdenören

nuri pakdil, rasim özdenören 
ve mehmet gemci
-----------------------------------------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder