27 Mart 2015 Cuma

SEVENİ (MEHMET OCAKOĞLU)


SOYU: Dervişçim Ocağından  ozan Osmanlı öğretmeni Kalender Dede’nin oğludur.

KİMDİR: Bugüne kadar Dedelik yapmasa da, Dedelerle ilgili canlı gözlemleri ve Dedelik kurumuyla da ilgili önerileri bulunan bir öğretmendir. Aynı zamanda 4 öğretmen oğul babasıdır.

--------------

DOĞUMU: 1924’de Maraş / Elbistan Yenisöğüt Köyünde doğdu.

BABA: Babası, (Osmanlı ilkokullarında) eski yazı öğreten bir hocaydı.  Babası, bu görevini 1928 yılına kadar sürdürdü.

GÖÇ: Malatya’nın Akçadağ İlçesi Harunuşağı Köyüne, babasının görevi dolayısı ile yerleşti. İlk çocukluk yılları (yedi yıl) o Köyde geçti.

BAŞKA YERLEŞİM: Babası, Kalender Dede’nin, Akçadağ Dedeyazı Köyüne atanması nedeniyle,

ÖĞRENİMİ:
İLK OKUL:  Akçadağ Dedeyazı Köyü İlkokulunda  okudu. O dönem ilkokul üç sınıflıydı. Oradan Akçadağ Keller Köyüne yerleşti.  Babasının yönetimi altında on ay, köyün erkek çocuklarını okuttu.
Akçadağ merkez Ziya Gökalp İlkokulunda da dördüncü ve beşinci sınıfları okudu.

ORTAOKUL:  1938 Yılında (Malatya merkez) Malatya Lisesine başladı. Ortaokulu burada tamamladı.

NİNE HATUN: Malatya Lisesinin ikinci sınıfında okurken, o dönemdeki Milli Eğitim Bakanlığının bir uygulamasından yararlanarak, 1942’nin son günü Erzurum Öğretmen Okuluna (Nine Hatun Öğretmen Okulu) girip, 1944 yılı Haziranında ilkokul öğretmeni olarak mezun oldu.

ÖĞRETMEN: Malatya Arapkir merkez ilkokulunda on beş gün öğretmenlik yaptıktan sonra,

YÜKSEK OKUL: Balıkesir Eğitim Enstitüsüne kaydoldu. Burada 3 yıl okuduktan sonra mezun oldu.

GÖREVİ VE YAPTIKLAR
1. Köy enstitülerinde Türkçe ve Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak görev yaptı. Daha sonra Türkçe dersini branş ders olarak seçip öğretmenliğine devam etti.
2. Malatya Akçadağ Köy Enstitüsünde dört yıl, Adana Düziçi Köy Enstitüsünde iki yıl çalıştıktan sonra orta öğretime geçti.
3. Sivas Kangal Ortaokulunda (1947/48) iki yıl,  Elazığ Lisesinde 6 yıl,  Malatya Lisesinde ve  Atatürk Ortaokulunda 8 yıl yönetici olarak  çalıştı.
4. 1972 Yılında İstanbul'a yerleşti. Üsküdar Halide Edip Adıvar Ortaokulunda 6 yıl çalıştıktan sonra,

EMEKLİ: 1977 Yılında emekli oldu.

MAHLASI: Ozan, 1976 yılından bu güne kadar şiirlerinde  Seveni mahlasını kullanmaktadır.

MEDENİ DURUMU: Ozanın, öğretmen olan dört oğlu var. Aynı zamanda Ocakzade Mehmet Ocakoğlu’nun bugüne kadar yayınlanmamış birçok şiiri var.

ŞİİRLERİ: Aşk, sevda, insan, doğa sevgisi konularını içeren birçok şiiri olduğunu gibi babasının da tasavvuf konularını içeren şiirlerinin olduğunu söylüyor.

Ozanlar - Dedeler – Alevilik – Mürşit - Cem Evleri -  Tekke Ve Zaviyeler vd…

Bakışı – Görüşleri

Alevilik:  Alevilik bence gerçek insanların, gerçek insanlığın yoludur, diyen Ocakoğlu’na göre Aleviliğin ibadet anlayışı gerçek insan sevgisine dayanır. Dört kapı, kırk makam bu inançta çok önemlidir. Alevilikteki Cemler ise, gerçeklik ve birlik makamı olan, bilgili, olgun kişilerin oluşturduğu Kırklar Cemi’ne dayanır. Dört kapının dördüncüsü, Hakikat Kapısı, olgun kişilerin ulaştığı varlıkların birliği (Vahdet-i Vücut) makamıdır. “Kırklar Meclisi”, birlik ve gerçeklik (hakikat) makamıdır. Burada ikilik ve benlik yoktur, birlik vardır.
Mehmet Ocakoğlu’na göre; Alevi ahlakının kökleşip yayılmasında Alevi dedelerinin görevi; canların sevgi, saygı, barış, dirlik, birlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. Kimsenin kimseyi incitmemesi, hoş görmesi temel kural olarak uygulanmıştır.

Hacı Bektaş Veli:  Anadolu Alevi-Bektaşi yolunun piri ve önderidir. Ariflerin en ileri geleni, hakikate ve marifete ermiş olanların başı, insanlığı aydınlatan, eğiten düşünürlerin öncüsü ve çağının en seçkin düşünürüdür. Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan, insana en yüce değeri veren, Anadolu Türk birliğini kuran gerçek bir aydın; yaşantısıyla, Anadolu halkına olan unutulmaz büyük hizmetleriyle sevenlerinin gönüllerine taht kurmuş olan gerçek bir önderdir. Bilgiye, bilime son derece önem verir. Her özdeyişi insana gerçek birer ahlak dersi niteliğindedir.

TEKKE VE ZAVİYELER: Ocaklar dedelerin içinden çıktığı ve dedelik görevlerini yerine getirebilmeleri için yetiştikleri kurumlardır. 30 Kasım 1925’ten sonra Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte ocaklar da, Tekke ve Zaviyeler gibi özelliklerini, niteliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Şimdilerde CEM evleri var. Fakat maalesef bu Cem evlerinde hizmet yürütmeye ehil dede bulmak zordur. Bugünkü duruma gelmemizde bilgisiz dedelerin de payı vardır.

MÜRŞİT: Bence mürşitlik dedelik kurumunun en üst mevkisidir. Mürşidin olmadığı yerlerde Dede, Baba, Seyitler hizmeti görürler. Mürşit doğru yolu gösteren, canları aydınlatan üst yetkilidir. Görev yönünden Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi ve Pir Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder. Onların adına ikrar alır, nasip verir. Ayini, Cem'i yönetir. Talibi eğitir, öğretir; olgun kişi yaparak insanlığa yararlı durama getirir. Mürşit olmadığı zaman bu görevleri DEDE yerine getirir.

DEDELER: Ozana göre Dedelik önemli bir görev olmasının yanında bir o kadar da zor bir görevdir. Ona göre; gerçek bir dede bilgili, görgülü, sevecen, hoşgörülü, aydın ve hizmet sever olmalıdır. Ayrıca yaşamında kusurlu, olumsuz davranışları olan dedeler dedelik yapamazlar.
Dedelikle ilgili bilgileri rahmetli babamdan ve Alevilikle ilgili kitaplardan öğrendim. Yıllarım; on iki yaşına kadar köylerde sonra yirmi yaşına dek ilçe kentlerde (Akçadağ, Malatya, Erzurum, Balıkesir’de geçti. Şimdilerde bir dedenin dedelik yapabilmesi için eğitim şarttır. Bu konuda okulların açılması gerekmektedir. Bence dedeler de talipler tarafından denetlenebilir, sorgulanabilir. Dede eşleri de dedelere layık bir şekilde bilgili, görgülü, anlayışlı olmalıdır. Musahiplik gerçek dostluktur. Ululardan ulu bir yoldur. Ama gerçek Musahip bulmak, Musahipliği sürdürmek oldukça zordur. Şimdilerde Musahiplik çok zayıflamıştır.

DEDELER CEMLERDE NELER YAPARLAR: Dedeler, Cem ayinlerinde önce çerağları (mumları) yakarak başlarlar. Dedeler dua (gülbenk) verdikten sonra Cemi aydınlatma görevini çerağcı (delilci) tarafından yapılır. Mumlar yakılarak başlanır. Sonra sorgu, görgü, ikrar verme, semah ve lokma dağıtımı işlemleri yerine getirir.

Halk Ozanları: Halk ozanları, halkımızın bağrından yetişen, insanlık sevgisiyle dolu, sevecen, hoşgörülü insanlardır. Halkın duygu ve düşüncelerini gerçek insanlık sevgisini, Alevilik Bektaşilik inancını, anlayışını, özünü, amacını, öz anadilimizle şiirleştirerek dile getiren saygı dolu canlarımızdır. Yunus Emre’den günümüze dek gelmiş, yetişmiş olan bütün saz ozanlarımızın deyişleri, şiirleri insan sevgisini, belli başlı eğitim ve ahlak kurallarını en iyi, en açık ve en doğru şekilde dile getirmektedirler.
Özellikle Alevi olan halk ozanları ise; gerçek ve seçkin saz ozanlarımızın Aleviliğe katkıları anlatmakla bitmez. Alevilik Bektaşilik inancının amacını, nitelik ve özelliklerini en iyi şekilde yazmışlar, yazıyorlar. En azından zaman zaman televizyon ve radyolarda türküler dinliyoruz. Bununla ne kadar övünsek azdır. Bu bizim öz kültürümüzün parçalarıdır.
Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, Anadolu Hatayileri, Kul Himmet, Virani, Genç Abdal, Seyyid Nesimi, Anadolu Nesimileri, Noksani, Harabi, Aşık Dertli, Yirminci Yüzyıl ozanlarımızdan Aşık Veysel var. Ama benim bir özelliğim de günümüzde yaşayan büyük ozanlarla aile dostu ve daha doğrusu baba dostu olarak ilişkilerim vardı. Ali Haki, Kalender Baba, Mücrimi, MELULİ, Mikail Aksoy, Hüseyin Güney bizim Malatya ve Elbistan köylerinde yetişmiş olan değerli canlar. Hepsiyle tanışmıştım. Daha onlar gibi yaşamakta olan birçok ozanımız vardır. Halk ozanı Adil Ali Atalay’la, abisi Ahmet Atalay (Gizlim)’la da sevgi ve saygıya dayalı diyaloglarımız sürmektedir.
Tanrı yüce bir sevgi olduğuna göre ozanlarımız bu büyük gerçekliği açıklıyorlar. Nefsini bilmek de anacak gerçek bir eğitim ve öğretimle sağlanabilir.
Halk ozanlarımızın birçok sorunları vardır. Halk ozanlarının sorunlarının çözümü ancak devletin desteğiyle çözümlenebilir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konulara eğilmiş olsalar halkımıza değerli bir hizmette bulunmuş olurlar. Fakat bu konuda bir şey yapıldığı yok. Eğer bu bakanlıklar ozanlarımızın kaset ve kitaplarını yayınlasalar onlara ve topluma büyük hizmet etmiş olurlar. Sorunlar da önemli oranda çözülür.

Alevi Sünni Soğukluğu:  Alevilerle Sünni vatandaşlar arasında bilgisizlik (cahillik) ve bilinçsizlik nedeniyle ve birilerinin ara karıştırıcılığıyla sorunlar yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Gönül ister ki bu iki inanç topluluğu arasında hiçbir sorun olmasın, hep karşılıklı sevgi ve hoşgörü ekseninde yaşam olsun. Laik, demokratik cumhuriyette herkesin vatandaşlık bağıyla birbirine bağlandıkları, inançların birbirlerini hor görmedikleri bir yaşam gereklidir. Bu bizim inancımızda vardır. Ülkemizin ihtiyacı olan birlik ve beraberliktir. Alevilerle Sünnilerin kendilerini anlamaları, hoşgörülü olmaları gerekir. Yetkin devlet adamlarına, aydınlara, okuryazar kesime çok görev düşüyor.
Umarım tüm sorunlar bir gün biter, insanlar birbirlerini gerçek bir dost gibi, gerçek bir Musahip gibi kucaklarlar.

GÖRGÜ: Dedelerin Cem yürütmelerinde yaşlarının, görgü ve bilgilerinin büyük önemi vardır. Ehil olmayanlar posta oturup, dede oğlu olmalarına rağmen Cem yürütemezler.
Cemlerde görgü çok önemlidir. Görgü kelime olarak; bir toplum içinde uyulan saygı ve incelik kurallarıdır. Bir kimsenin anlayış, seziş ve bilgisini artıracak nitelikte karşılaştığı olgu, deneyim olan görgü Alevilikte bir inanç kurumu olmuştur. Mürşidin huzurunda, canların karşısında insanın doğru ve dürüst bir yaşam sürüp sürmediğinin hesabının verildiği görgü her sene tazelenmesi gereken Alevilerin en önemli sorgu makamlarıdır.

------------

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

1.

İlk görüşte bana “gel gel” eyledi
Gönlümün köşküne konan sevgili
Bir bakışta beni hayran eyledi
Sevgimin yolunu açan sevgili

Gözlerinden aşk kitabın okudum
Gül yüzünden sevgime şal dokudum
Sevem diye can evine sokuldum
Gönlümün köşküne konan sevgili

Bülbül gibi gül dalına konayım
Her dem, her an gül hatırın sorayım
Sevgin ile aşk meyine kanayım
Gönlümün köşküne konan sevgili

Gülüşüyle beni mestan eyledi
Sevgiyi gönlüme bostan eyledi
Sevenlerin öz bağından söyledi
Gönlümün köşküne konan sevgili

SEVENİ özlerken bir güle erdi
Özlediği cananı öz candan sevdi
Birden bire aşkın gönlüne daldı
Gönül sarayıma girdi sevgili

Bu şiir, 13/14 Mart 1976 gecesi sevdiğim sağlıkçı dost Hüseyin Güney’e konukken sazlı sözlü doyumsuz muhabbetimizin ürünü olarak, ‘Seveni’ mahlasıyla doğdu-(SEVENİ).

2.

Çağrı I

Gerçektir Muhammed Ali
Ezelden demişiz beli
Doğru yol Ehlibeyt yolu
Sürebilirsen gel beri

Yol Muhammed Ali yolu
Sevenler aşk ile dolu
Pirimiz Bektaşı Veli
Sevebilirsen gel beri

Yabanda hiç bulunmaz Hakk
Arif isen özüne bak
Gerçeklerden kalma uzak
Canlar seversen gel beri

Müslümanlık güzel ahlak
Kusur sende kendine bak
Yobazın körlüğün bırak
Bağnazlığı at gel beri

SEVENİ der neylemeli
Dostla gönül eğlemeli
Gerçekleri söylemeli
Duyabilirsen gel beri


3.

Bir güzel yoldaş olam
Gezer onunla yayla, dağ
Özünü özüne salan
Sever onu gerçek ve sağ

Aşkı gönülleri bürür
Kar, kış soğuğundan korur
Benliği sevgide erir
Yıllar yılı uzun bir çağ

Güzeller sever olmalı
Verdiği sözde durmalı
Hakk’ı sevgide bulmalı
Hayal değil, gerçek ve sağ

Güzelin sözü güzeldir
Sevene nazı güzeldir
Tüm eksikleri düzeltir
Yalan değil, gerçek ve sağ

Güzel olan can incitmez
Cahillere gönül katmaz
Şehvet batağına batmaz
Sever eşini gerçek ve sağ

Güzel cana sağlık verir
Gönüle bağlılık verir
SEVENİ’ye varlık verir
Ürünü bitmeyen bir bağ


AÇIKLAMA VE KELİMELER

Musahip: Alevilikte yol arkadaşı demektir. Evli bir çift yine evli olan başka bir cifti Musahip olarak seçer. Musahipler dede tarafından bir Cem ayini sırasında görülür ve musahiplikleri meşrulaşır. Musahiplikte ilke olarak çiftlerden birinin ekonomik acıdan daha zayıf olması tercih edilir. Musahip, bir alevi için kardeşten daha ileridir. Musahiplerin çocukları da karşılıklı kardeş sayılır. Musahipler birbirlerine kardeş ve bacı diye hitap ederken çocuklar da ebeveynlerinin Musahiplerine babalık ve analık diye hitap ederler.
Musahip olmak aileye çok ağır sorumluluklar yükler. Gidilmesi çok zor bir yoldur, meşakkatlidir. Hele günümüzdeki kankalık kavramıyla hiç ilgisi yoktur.
Musahip kardeşlerin çocukları birebirleriyle evlen(e)mezler. Bu yasak, akraba evliliğinin yaygın olduğu bir kültürde ve coğrafyada uygulanması nedeniyle dikkatimi çeken bir noktadır.

Ehli Beyt:  Ehli Beyt deki, ehl ile ahali aynı köktendir. Kişiler demektir. Beyt ise ev demektir. Yani ev ahalisi manasına gelir. İslam peygamberi Muhammed'in ev ahalisi için kullanılan bir terimdir. Ehli Beyt deyimi Kuran'da da geçer.
Ehli beyt'ten olmak İslam toplumunda özel bir statü ve seçkinlik anlamına geldiği gibi Şii İslam toplumunda kendilerine özel bir gelir tahsis edilmiştir.
Anlayış farkları: Sünniler, ehli beyti genel olarak Peygamberin hanımları, çocukları ve torunlarından oluşan, saygı duyulan bir topluluk olarak ele alırlar. Şiilikte ise bu toplum halifelik, yönetim hakları, görüşlerinin eleştirilemezliği, masum oluşları, dünya ve ahiretteki statüleri ve yer yer insanüstü özellikler barındıran mistik yönleriyle bir üst katman şeklinde değerlendirilirler.
Sünnilik ile Şiilik arasında bir anlayış farkı da bu kavramın kapsamı ile ilgilidir. Sünnilikte, kesin hatlarla çerçevesi çizilmeyen bu kavram Şiilere göre; Ali, Fatıma Zehra, Hasan ve Hüseyin ve onların soyundan gelen 12 imamları kapsar.

12 İmam

1.     Ali bin Ebu Talib (Ebu Talip Oğlu Ali)
2.     Hasan bin Ali (Şerifan) (Ali Oğlu Hasan)
3.     Hüseyin bin Ali (Seyyidan) (Ali Oğlu Hüseyin)
4.     Zeynel Abidin (Hüseyin Oğlu Zeynel)
5.     Muhammed el-Bakır (Ali Oğlu Muhammed)
6.     Cafer-i Sadık (Muhammed oğlu Cafer)
7.     Musa-i Kazım (Cafer Oğlu Musa)
8.     Ali Rıza (Musa Oğlu Ali)
9.     Muhammed Taki (Ali Oğlu Muhammed)
10.    Ali Naki (Muhammed oğlu Ali)
11.    Hasan-ul Askeri (Ali Oğlu Hasan)
12.    Muhammed Mehdi (Hasan oğlu Muhammed)

Çerağ - Çerağ Uyandırmak: Aleviliğin önemli simgelerinden birisi. Cem merasiminde anlatılan yaradılışta, çerağ yakılır.
Alevilik kaynaklarında çerağ, 3 madde şöyle anlatılır.
1. Kainatın karanlıktan aydınlığa, Allah'ın zatı ile çıkacağını sembolize etmek için mum yakılmasına çerağ uyandırmak denir.
2. Çerağ, nur suresi'nin 35 ve 36. ayetleri okunarak uyandırılır.
3. Çerağ, ışık ve nur anlamındadır. Kur'an'da "ey insanlar! size rabbinizden bir delil gelmiştir. biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik." buyrulmuştur(nisa suresi 174. ayet). Ahzab suresi'nin 46. ayetinde de; "Ey Resulüm! Sen, Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir delil olarak gönderildin." denilmektedir.
Esenlik: Özlü yaşam, mutluluk.
Gülbenk: Alevilikte dua sözcüğü ile eş anlamlı olarak “gülbank” ve “tercüman” sözcükleri de kullanılmaktadır. Değişik zamanlarda değişik amaçlarla yapılmaktadır. Özellikle cem ibadeti sırasında Dede sık sık gülbenk okur (dua eder). İbadet ederken, bayramlarda, mutlu zamanlarda ve üzüntülü anlarda ‘gülbenk” ve “tercüman’’ okunarak dua edilir.

Görgü NEDİR:
Alevi yolunda her talib, yılda bir kez tüm topluluğun ve pirinin huzurunda, o yıl içerisinde yaptıklarının ve yol kurallarına uyup uymadığının hesabını verir. Burada hem dinsel hem dünya evi sorunlar, sorumluluklar söz konusudur. Eğer kişi, topluluk tarafından kabul görülmeyen hatalar, fenalıklar yapmamış ve kuralları yerine getirmişse, pirin ve orada bulunan yol erenlerinin izniyle görülmüş olur.
Komşuluk ilişkilerinde hoşnutsuz, yol kurallarına aykırılık gösteren kişiler düşkün bırakılırlar. Düşkünlük bir anlamıyla toplumun dışına çıkarmak, cemaatten atmak anlamına gelir. Cezanın büyüklüğüne göre geçici ya da sürekli düşkünlükler vardır.
İkrar Vermek:  İkrar sözdür. Söz vermek ve sözünün gereklerini yaşamında ortaya koymak, sözüne, yani ikrarına bağlı kalarak bir yaşam sahibi olmaktır.
Aleviler için ikrar demek; Alevilik yoluna girmenin, Aleviliğe bağlı olmanın, bu yolu layıkıyla sürdürmenin adıdır.

Semah: Alevi inanışında büyük bir yer tutar. Sözcük anlamı; günahlardan arınmak anlamına gelir. Alevi Ceminde de öyle kabul edilir.
Lokma Dağıtımı: 1. Alevilikte Kurban LOKMADIR, lokma herhangi bir yiyecektir. Amaç, herhangi bir yiyeceği paylaşmaktır. Kurban kesmede, lokma dağıtmada şekil değil, niyet önemlidir, belirli bir gün veya tarihi yoktur, istenildiği zaman yerine getirilebilmektedir. kurban aynı zamanda din, tanrı adına insanların öldürülmemesi, nefsin öldürülmesi gibi, derin anlamları olan bir inanç ve gelenektir. 2. Dualanmış bir yiyeceğin her parçasına denir. Dedelerden, ululardan lokma almak sevaptır.

CEM NEDİR

Sözcük anlamı olarak, birleşme, birlik olma, bir araya gelme demektir. Alevi inancında , ibadet için cem olma, bir araya gelmeden yola çıkılarak, bütünleşme anlamında kullanılır. İbadetin yapıldığı yere cem evi denir.
Alevi inancı cemsiz düşünülemez. Bir Alevinin doğumundan ölümüne tüm yaşantısı cem ile bağlantılıdır. Yola girdiği, müsahib tuttuğu, erkan gördüğü, görüldüğü-sorulduğu yerdir. Cemin çok çeşitleri vardır. Kurban cemleri, görgü cemleri, Abdal Musa cemleri, Bayram cemleri.

KIRKLAR CEMİ
Alevi inancına göre Hz. Ali bu yolu kurduğu zaman kendine eşlik eden kadınlı erkekli 40 kişi ile birlikte ilk kez bu cemi gerçekleştirdi. O günden bu yana Alevi topluluğu bu kırkların cemini sürmektedir.


Kırklar Meclisi ve Cem

“Hz. Muhammed (S.A.S.) Mirac’a çıkarken yolunu kükreyen bir aslan keser. Gaipten gelen bir ses, parmağındaki yüzüğü aslanın ağzına atmasını ister. Hz. Muhammed (S.A.S.)  bu isteğe uyar, yoluna devam eder. Miraç'ta Allah’la 90 bin kelam konuşur. Bunun 30 bini “sırr-ı hakikat” olup Hz. Ali’de kalmıştır. Allah’la görüştükten sonra şehre dönen Hz. Muhammed (S.A.S.) yolda bir dergâha rastlar. Peygamber olduğunu söyleyerek içeri girmek ister. Aldığı yanıt şöyledir:
“Peygamberliğini ümmetine eyle. Bizim aramıza peygamber sığmaz."
Gaipten gelen ses imdadına yetişmekte gecikmez. “Ben sizden biriyim. Bir insanım” yanıtından sonra kapı açılır.
Hz. Muhammed (S.A.S.) içeride 39 kişilik bir meclisle karşılaşır. 22’si erkek, 17’si kadındır. Tesadüfen, Hz. Ali’nin yanına oturur.
“Size kimler denir” diye sorar, “Kırklar” yanıtını alır. Kırkıncı can Selman-ı Pak, Pars’tadır.
Hz. Muhammed (S.A.S.), "Birimiz kırkımız, kırkımız birimiz" diyen meclisten bunu kanıtlamasını ister. Hz. Ali’nin kolu bıçakla çizildiğinde her canın kolundan bir damla kan akar. Pencereden gelen ise Selman-ı Pak’ın kanıdır. Sonra Hz. Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Selman-ı Pak, Pars’tan dönüşünde bir üzüm tanesi getirir. Hz. Muhammed (S.A.S.) üzümü ezer; çıkan demi içen Kırklar hep birlikte mest olur, “Ya Allah "deyip Semah dönerler. Peygamber de onlara katılır. Hz. Muhammed (S.A.S.), Miraç’a çıkarken aslana verdiği yüzüğü, Kırklar’ın piri olduğunu öğrendiği Ali’nin parmağında görür ve onu bağrına basar."

CEM AYİNİ
Yukarıdaki "Kırklar Meclisi" söylencesi, Alevilikte dinsel ve sosyal örgütlenmeye kaynak oluşturur. Miraç’tan geriye cem, dem ve semah miras kalmıştır.
İbadetin abecesi olan ayin-i cem, Alevilikte ve Bektaşilikte bazı farklılıklar taşır. Alevilerin köylerine döndükleri kış aylarında toplumsal etkinlikler canlanır. Geleneksel Alevi cemlerinin soğuk kış akşamlarında yoğunlaşması bu yüzdendir. "Zakir"in bağlama eşliğinde Ali, Ehl-i Beyt, 12 İmamlar ve Kerbela katliamı üzerine Hatayi, Fuzuli, Pir Sultan Abdal, Nesimi, Virani, Yemini, Kaygusuz Abdal gibi ulu ozanlardan nefesler, duvazlar ve gülbenkler okuduğu cemde, dede halkın sorunlarını da dinler, küskünler barıştırılır.
Cem esnasında herkes yüz yüze bakacak şekilde oturur. “Halka namazı" adı verilen tek veya iki rekat namaz kılınır, kadınlı erkekli semah dönülür. “Oniki hizmet” denilen hizmetler yerine getirilir. Kurban kesilir, lokmalar dağıtılır.
Bu dinsel törenler çeşitli vesilelerle yapılır ve sınıflanır: Görgü cemi, Musahip ayini, Abdal Musa kurbanı, Kerbela ayini, koldan kopan erkanı, baş okutma erkanı, ikrar cemi... Tarikata girmek isteyen talibin tek başına katıldığı sonuncu cem türü tümüyle Bektaşiliğe özgüdür.
Abdal Musa, Nevruz ve Hıdrellez için yapılan cemler, toplumu birleştirmeyi amaçlayan ve şenlik havasında geçen törenlerdir. Musahip ayinleri ve görgü cemlerinin aksine bütün Alevi toplumunun katılımına açıktır.
Ayin-i cem’ler ve bu törenin yürümesini sağlayan “oniki hizmet", Anadolu Aleviliği çatısı altında toplanan Trakya Bektaşileri, Tahtacılar, Çepniler, Kürtler, Zazalar, Araplar vb. yerel ve etnik unsurlardan aldığı çeşitli renklerle günümüze kadar ulaşmıştır.
---
Kerbela Nedir: Irak’ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat’ın 100 km güneybatısında bulunurkerbela
Kerbela denince akla ilk defa hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hüseyin’in şehit edilmesi gelir. Abbasilerin son zamanlarında Kerbela, hurmalıklar içinde bulunan ve suyunu Fırat’tan alan küçük bir şehir haline geldi. Osmanlı Sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman 1534/1535 (H.941) tarihinde sık sık tahribe uğrayan hazret-i Hüseyin türbesi ile Necef’teki Ali türbesini ziyaret ederek, Kerbela’daki Hüseyniyye adındaki bir kanalı tamir ettirdi ve rüzgarların kumlar ile örttüğü sahaları yeniden bahçe haline getirtti.
ALEVİLİK’DE ABDEST
Aleviler, Maide Suresi 6. Ayeti’ndeki tariflemeye uygun ve bu buyruga göre zahiri abdest alırlar. Bu temizlenmeye “dış abdest” denir. Bir de “iç abdest” vardirki; Mürsid-Pir-Rehber nezaretinde manen alinan batini “gönül abdesti” vardıir.

ALEVİLİK’DE NAMAZ VE NİIYAZ

Aleviler güneşe göre; namaz, niyaz ve dua ibadetlerini ayarlamışlardır. Güneşin doğuşu ve batışı ile öğlen ortalamasına göre üç öğün dua seremonileri vardır. Bu dualardan sonra ise ve asa baslarlar. Gece yarısında yine bireysel dua ibadetleri vardır. Sünniler de olduğu gibi 5 vakit, Şiilerlerdeki gibi 3 vakit namaz ; Aleviler de yoktur. Alevilerde daha çok bireysel, Allah’ı anma ve dua (salat) faaliyetleri vardır. Kur’an-ı Kerim’de namaza yönelik vakit ve sekil kavramları belirtilmemiştir. Kur’an’da 80 küsur yerde “secde” ve 264 yerde “dua” ibadeti faaliyeti geçmektedir ki, Aleviler de bu faaliyetleri “Niyaz” olarak yapmaktadırlar.
Nisa Suresi 103. Ayet’te : “Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin” buyurulmaktadır. Aleviler bu buyruk doğrultusunda Cemlerde “niyaz” eda ederler. Aleviler’de kıble insanın cemalidir, kıyam salavat ile ayağa dogrulmadır, kıraat ise Kur’an sure ve ayetlerinin duvaz ve nefeslerle diz üstü gelinerek saz eşliginde okunmasıdır. Rükû’ya varma, Secde’ye inme, Sücûd yere niyaz, alın koyma, çapraz el bağlama, boyun bükme gibi vücud ritüellerini; Alevi Cem ibadetinin her safhasında görmek mümkündür. Bu ibadet biçimine: “Halka Namazı” denir. Ramazan ve Kurban bayram namazları, iki secde halinde yapılan Cem ile eda edilir. Aleviler, Ayn-i Cem’de “Allah...Allah !” nidalarıyla yakarırlar ki; bu davranış
biçimselliği, Araf Suresi 55. Ayeti’ne dayanmaktadır. Bu Sure de söyle emredilmektedir: “Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin...” Bu toplu tapınma ve yakarmalar sonrası da; canlar duazlar ve deyişler çalınıp söylenirken “için için” dua ederler ve huşu içinde sağa sola hafifçe salınırlar. Aleviler’de toplu tapınma biçimi olan Cem ibadetleri dışında, bireysel olarak ta dua etme faaliyetleri vardır. Bireysel dua faaliyetleri sabah gün doğumunda başlar ve gün batımında sona erer ki; Hud Suresi 114. Ayeti gereğince yapılır. Ayrıca, gecenin bir yarısında dua ve secde ibadetiyle, Allah’ı tesbih ve tevhid faaliyeti vardır.

------

Aleviler Cumhuriyeti Ve Laikliği Destekliyor
Ruşen Çakır
Değişim Sürecinde Alevi Hareketi
12.07.1995 Milliyet

Prof. Nur Vergin, 1981'de Fransızca kaleme aldığı “Din ve Muhalif Olmak: Bir Halk Dini Olarak Alevilik" başlıklı makalede, Alevilerin cumhuriyeti ve laiklik ilkesini baştan itibaren desteklediğini hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyor: “Ne var ki, Cumhuriyet Devleti, Sünni İslam’ın topluma hâkim olduğu Osmanlı devletinin tutumunu fiili hayatta yeniden üretmeye devam etmiştir. Çünkü devletin denetimine giren din işlerinden kastedilen, gerçekte, toplumun sadece ve sadece Sünni İslama dair meselelerini düzenlemektir. O halde, geçmiş zamanda tıpkı Sünni olmayan bir mezhebe hukuki bir varlık statüsü tanımayan Osmanlı devleti gibi, Kemalist devlette de Alevi toplulukları göz ardı edilebilmektedir."
Alevilerin çoğu Prof. Vergin’in tespitlerine katılıyor. Ancak Alevi hareketini Atatürkçülükle bağdaştıran hatırı sayılır bir kesim, bu olumsuz tablonun Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıktığını iddia ediyor.

Alevilerin  Devletten İstekleri
1) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Sünni bir kurum olması,
2) Mecburi din derslerinde yalnızca Sünniliğin anlatılması,
3) Devletin resmi ideolojisinin Sünni-Türk sentezine dönüştürülüp laiklikten uzaklaşılması.
Ancak talep konusunda Aleviler farklı tutum izliyor.
1.      Prof. İzzettin Doğan’ın başını çektiği yaklaşım, Alevilerin de Diyanet’te özerk bir şekilde temsilini ve din derslerinde Aleviliğin de anlatılmasını talep ediyor.
Sola yakın olanlar "laiklik gereği” bu teşkilatın lağvedilmesini ve din işlerinin cemaatlere bırakılmasını savunuyor. Okullardan din derslerinin kaldırılmasını şart koşuyor.

DİYANETİN GÖRÜŞÜ
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, son dönemde Alevilerin yoğunlaşan çıkışlarının teşkilatı huzursuz ettiğini söylüyor. Diyanet, kendini savunmak için “Diyanet” dergisinin Ocak 1992 tarihli sayısında Aleviliği kapak dosyası yaptı. Bu dosyada görüşülen çok sayıda "Alevi", devleti, Diyanet’i övdü, Sünniler hakkında çok olumlu sözler etti. Bu dosya Prof. Ahmet Yaşar Ocak'ın şu sözlerini hatırlatıyor:
“Şu veya bu sebeple Sünniliğe yakınlaşmış veya Sünnileşmiş belli sayıdaki Aleviyi öne çıkartarak günümüzde bazı çevrelerce seslendirilmek istenen Sünnileşmiş Alevilik anlayışı, Aleviliğin tarihi ve aktüel çizgisini ve yapısını, dolayısıyla asıl Alevi-Bektaşi toplumunu kesinlikle temsil etmez.”
Geçen üç yıl içinde çok fazla şeyin değişmediğini Mehmet Nuri Yılmaz’la yaptığımız röportajda anlıyoruz. Yılmaz, Alevilerin büyük çoğunluğunun namaz kıldığını Gaziantep yöresini örnek göstererek öne sürüyor ve “Bu sene hacda çok sayıda Alevi vatandaş da vardı” diyor.
Yılmaz, ayrılıkları ise şu şekilde yorumluyor: “Aslında Ehl-i Beyt sevgisi bakımından aramızda pek fark yok. Onlar bizi Emevi taraftarı olmakla itham ediyorlar.   Hâlbuki Sünniliğin Emevilikle de bir ilgisi yok. Biz onların içerisinden bir tek Ömer bin Abdülaziz’i severiz. Devlet de, hocalarımız da Alevileri ihmal etmiş; camiye gelenler horlanmış. Artık böyle bir mesele olmaması lazım. Alevi vatandaşlarımız şifahi kültürden kitabi kültüre yönelirlerse bu meseleler o zaman kalkar. Alevi de ‘Ben Müslüman’ım’ dediğine göre, Müslüman’ın kitabı Kuran-ı Kerim’dir. O kitap etrafında birleşirsek aramızda mesele kalmaz. Osmanlı döneminde onlar itilmese, sürülmese, hor görülmese, belki bu tür ihtilaflar olmazdı.”
Alevilerin Diyanet’te temsilini, “Diyanet’te mezhepler temsil edilmiyor. Eskiden belki vardı, ama şimdi mezhep taassubu yok. Müslümanları iman, ibadet, ahlak yönünden aydınlatma görevi Diyanet’e verilmiş. Alevi de Müslüman olduğuna göre ona da hizmet ediyoruz” gerekçesiyle imkânsız gören Yılmaz, zaten Aleviliği bir mezhep olarak da görmüyor: “Alevi neyi temsil edecek? Cem evinde Cem ayini yapıyor. Ben Aleviliği bir tarikat havası içinde görüyorum. Tarikatların Diyanet’te temsili ise imkânsız.”
Yılmaz, Diyanet’in lağvı önermesine ise şiddetle karşı çıkıyor. “Türkiye böyle bir şeyi kaldıramaz. Buranın feshedilmesi halinde ülkenin hem Dini, hem Milli birliği bozulur. Ama özerk bir yapıya kavuşturulmasını istiyoruz."
Son olarak Yılmaz’a Cemevlerini soruyoruz. Yılmaz, şu karşılığı veriyor: "Peygamber zamanından beri insanlar camide ibadet ediyor. Bir milyarı aşkın insan aptal mı yani? Cemevi Caminin yerini tutmaz. Biz onların Cemevine bir şey demiyoruz; bildiğim kadarıyla dergâh gibi bir yer.”
Ruşen Çakır

KAYNAK: Cem Vakfı / Mehmet Ocakoğlu

----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder