8 Şubat 2016 Pazartesi

AHMET HOCA / BABAM


Köse Mehmet’in oğlu, 1924 doğumludur.

Kendinden 8 yaş büyük olan Emine halam bakmış ona hep. Çünkü nenem ancak evin işini yapabiliyormuş.

Babam henüz küçükmüş, bir gün Emine halam onu küstürmüş. Babam, başını alıp bilmediği yönlere gitmiş. Ata binili kadınla bir erkek bulmuşlar.

Altıparmaklı köyünün karşında, Çıtak’ta üzüm bağları varmış. Mehmet amcam, porsuk, domuz, çakal… gibi hayvanlardan korumak için bağı beklermiş. Henüz 5/6 yaşlarında olan babam da amcama takılırmış.

-----

ÇADIR

Köse Mehmet ailesiyle birlikte yazları Yatıkkoz’a çadıra göçermiş. Yatıkkoz’daki otlaklarda mallarını daha iyi otlatır ve daha iyi süt alırlarmış.

Halam burada geçen çocukluk anılarını şöyle anlatıyor:

“14 yaşlarındaydım, diyor halam. Yine her baharda yaptığımız gibi yapacaktık. Yani mallarımızdan daha fazla süt alabilmek için gerekli olan göçü gerçekleştirecektik. Bunun için de Başkonuş’un eteklerindeki YATIKKOZ diye bilinen tabiat harikası yeri seçtik.

Babamın (Köse Mehmet) tek kardeşi Kadı (Asıl adı, Osman’dı. Zamanın hükümeti tarafından Kadılık unvanı verilmiş. Yenicekale'nin Köylerinde vuku bulacak resmi işlerden sorumlu idi.) amcam bilinen huyunu terk etmiş gibi. Bize tarifi güç yardımda bulunuyor. Göçümüzde, bizi bizden fazla düşünerek bir gün içinde YATIKKOZ’a yerleşmemizi sağlıyor.

-----

MANZARA

Aşağıda Döngele köyü, ileride kıvrıla kıvrıla akan Ceyhan nehrinin yukarısında Kızılseki ve Dereboğazı köyleri. Kısacası; bütün Maraşaltının köyleri sanki ayağımızın altında.

Sabahları, Maraş yönünden doğan güneşin üzerimizde eğlendiğini, sonra batıya doğru yöneldiğini, dağların serin gölgesini üzerimize saldığını ve Başkonuş’un üzerinden battığını seyrediyoruz.

Kardeşim Osman’ın doğumunu yapan anam, henüz kendine gelebilmiş değil.

Hasta.

Akşamları, ineklerimiz, keçilerimiz ve koyunlarımız memeleri süt dolu geliyor.

Mallardan süt almayı öğrendim, ama ipincecik bir kız hangi işe koşturacak?

Zaman zaman Zekariya amcamın hanımı Sultan yengem yardımımıza geliyor. (Zekeriya; Kadı amcamın oğludur. Ben ona da amca derdim.)

Kadı amcamdan haber yok.

Meğer, Kadı amcam aklımıza gelmeyen işler peşinde imiş.
Evimize küçük oğlunu yerleştirmek istiyormuş.

“İşte sana ev,” diyor oğluna.
“Ama baba, burası Köse Mehmet amcamın evi.”
“O, bize bırakarak yaylaya gitti.”
“Yine de dönünceye kadar oturmak için izin almak gerekmez mi?”
“Dönünceye kadar oturmayacaksın!”
“Ya ne kadar oturacağım? “
“Ömür boyu.”

Meseleyi öğrenen babam:
“Babamızdan kalan evi aldın, diyor amcama, eski bir davar ağılını ev diye bana verdin. Tamir ettim. ‘Başımı sokacak yerim oldu,’ derken beni yaylaya gönderdin. Evimi sahiplenmek sana yakışır mı? Hangi adalete sığar? ” diyor.

Ve kavga başlıyor.

-----

KAVGA

Büyük bir kavga.

Kavganın, göçümüzden sonra olduğu kesin. Günlerce sonra mı, yoksa bazılarının dediği gibi ikinci gün mü? Her bir şeyi, ayrıntıları ile hatırlamak güç o yaştaki bir çocuk için.

Kavgaya karışan bizden iki kişi. Babam ve kardeşim Mehmet.

Kardeşimi kötü dövdüler. Babamı bağladılar. Ökkeş vurdu, öteki vurdu.

Ben haykırıyorum. On dört yaşındaki bir kızın hıçkırıkları. Anam çadırda hasta. Osman omuzumda bebek. Ahmet elimde. Yanıbaşımda, benden büyük oyun arkadaşım kadı amcamın (dövenlerin kardeşi) İbrahim var. Neredeyse ona saldıracağım.

“İbrahim diyorum, baban ve kardeşlerin babamı bağladılar, kardeşimi dövüyorlar. Neden kurtarmıyorsun? ”

İbrahim, çaresiz. Üzgün.

Biz İbrahim’le hesaplaşırken Kadı, oğlu İbrahim’i görüyor: “Oğlum vur.”diyor.

İbrahim öfkeli. Öfkesi babasına ve kardeşlerine.

Öfkesi: Haksızlığa.

“Baba kime vurayım. Sana mı, amcama mı?”


Çocukluk oyunumuzun mimarı bu adamı ilerleyen yıllarda daha iyi anlıyorum.

“Sen Kadılık sıfatı taşıyorsan, ben de o köye bir daha ayak basmam.” diyor babam.

-----

KÖY DEĞİŞTİRİYORUZ

İmam Ali:
“Dayı, diyor babama, çocuklarım büyüyecek. Şehre yerleşip, onların tahsili ile uğraşmak zorundayım. Evim boşalacak. Sen bu kış benim evde otur. Seneye Allah kerim.”

İmam Ali’nin önerisine hanımı Hatça (Hatice) karşı çıkıyor.

İmam Ali’nin kardeşi İmam Ahmet’ten de benzer teklifler alan babam iki sene İmam Ahmet’in Kötekli’deki evinde kalıyor. Babama evini teslim eden İmam Ahmet, Döngele Köyüne yerleşiyor. İki sene sonra dönüyor. Evin bir köşesine bir oda çevirip içinde yaşıyor.

Babam kendi evimizi yapıncaya kadar burada yaşadık.” Diyor halam.

-----

ÇOBAN

Ilgadın’ı terk edip Kötekli’ye geldiklerinde babam henüz küçükmüş.

İlerleyen yıllarda çobanlık yapmaya başlıyor. Çobanlığı kendilerinin davarlarına. Bazı komşularının davarlarına da çobanlık yaptığı oluyor. 10/12 yaşlarındayken başladığı çobanlığını genelde Vakkas Mehmet’in oğlu Halil’le sürdürüyor.

Bir sene, Çetebey Çürükkoz ve civarındaki ekili alanı beklemektedir. Otlattıkları davarlar, ekili alana girmişlerdir. Arkadaşı Halil suçlu da olsa Çetebey babamı sıkıştırmaktadır. Çünkü Halil’in ailesinden bir kız ile nişanlıdır.

İkinci yıl, aynı yerleri İsmailağa beklemektedir. Bu kez sıkıştırılan Halil’dir. Çünkü babam, İsmailağa’nın davarını da otlatmaktadır.
-----

TAHSİLİ

Yukarıda anlattığım kavgada babam 6 yaşında imiş. İlk tahsili kavgadan öncedir. Yani Ikgadın köyündedir.

Ilgadın köylüleri, bir kış, Bekiroğlu Hocayı çocuklarına dinlerini öğretmesi için Bekirli’den getiriyorlar. Bekirli/Ilgadın arası bir kilometre mesafedir. Hoca babamı pek seviyor. Hocanın sevgisi, babamın uslu ve zeki çocuk olduğundan.

Diğer çocuklar oyun oynarken babam hocanın dizinin dibinden ayrılmıyor.

Sanırım arkadaşları kendinden büyük olduğunun da etkisi var.

Hocanın öğrencileri; kız çocukları, erkek çocukları ve gelinlik çağını yakalamış kızlardır.

Hoca derslerinde namaz kılabilmek için her müslümanın öğrenmesi gereken surelere önem veriyor. Hoca babamı okutmadığı halde, babam bir ay gibi kısa bir zamanda VETTİNİ’ye kadar ezberliyor.

Babamın, asker dönüşü, dedem, Osman amcama Elif/Ba okutuyor.

Babamın bir köşede oturup onları izlemesine dayanamayan Köse;

“Ahmet, duvarda asılı cüzü al da gel,” diyor.

Ve böylece Kur’an’ı da öğreniyor.

Evlendikten sonra iki kış, yakın olmayan köye (Dereboğazı) gidiyor ve Tuzsuz Hoca ismindeki kişiden ders alıyor.

-----

ASKER

1944 yılının baharında almışlar onu askere.

Köse dedem oğlunu teslim etmek üzere askeri alana çevrilen Mağaralı camisine getirmiş. Babamı burada teslim ederek kendisi akrabalarında kalmış.

Camide normalden uzun kalmışlar. Dedem dayanamamış. Köy yerindeki işlerinin başına gitmiş.

Nisan ayının ortasından sonra şimdiki Belediyenin aşağısından üzeri açık bir arabaya bindirmişler. Kendini uğurlamaya gelen iki halam arkadan bakakalmış.

Türkoğlu’ndan bindirildikleri tren günlerce yol almış. Osmaniye, Adana, Konya, Afyon, Kütahya, Eskişehir ve Haydarpaşa’da gözetimine alan subay Galata/Sirkeci vapuruna bindirerek Gelibolu’ya indirmiş. Burada Arifağa’nın babası ile buluşmuş. Uzaklarda bir tanıdıkla görüşmek ne iyi!
Bolayır’ da ki 69. Tümene dahil olmuşlar. Sonra 200. Piyade Alayı, 1. tabur ve 4. Bölükte 4 sene ağır makineli eri olarak kalmış 23 Nisanmış teslim olarak askere başladıkları günden sonra. Fazla gözetleyen de soran da olmamış. 4 sene rahatlık mı..?

3 Ağır makinaları ve 9 askerleri varmış.

-----

YEMEKLER

Sabah: Sıkça Çorba (Bulgur ya da pirinç çorbası). Zeytin - ekmek ve peynir.

Öğle: Pilav, kuru fasulye, nohut, hoşaf ve bazen da helva.

Akşam: Öğleden kalma yemekler ya da benzerleri.

Genelde hoşafı pilava katar yerlermiş. Babam buna taraf olmazmış. Bir gün kendisi nöbette iken ayırdıkları yemeği de böyle yapmışlar da babam yememiş.

Aşçıya, ya pilav, ya da yahni yapacaksın diye emir verilmiş. Fakat aşçı ; “ ben her ikisini de azar azar yapıyorum, ” dermiş.

Bir gün bana askerlik anılarını anlatırken:

“48 atımız vardı,” dedi babam. Biran durakladı. “Bunların hepsi at değildi, katırlar da vardı içlerinde. Zaman zaman satıldı. 18’e kadar düştü sayıları. ”

“Baba askerde atlar ne işe yarardı?” dedim ben.

“Tatbikatlar olurdu. Sık sık demek yerinde olur. Silahları taşırdı. Ağır makineliler vardı…

"Hastaydım bir gün. Tatbikata gitmememi istedi teğmen. Sen gitme, dedi. Önce nabzımı tuttu. Hasta olduğuma kanaat getirdi anlaşılan. Ama neden böyle yaptı. O bana inanırdı. ”

-----

ALİ ÇABUKEL

“Ali Çabukel…

Birlikleri bizim ki kadar sıkı değildi. diyor babam. Diyeceğim serbestti onlar. Akşamları zaman zaman bana gelirdi. Tanıdık birinin olması insanı mutlu eder.”

-----

HÜSEYİN ALTIPARMAK

Hüseyin, bizden ayrı idi. 5 km. kadar uzaktaydı birlikleri. diyor babam. O, deniz kenarında bahçıvandı.

Seyrek giderdim. O
da gelirdi.

Kendini ziyarete gittiğim
de bana, yetiştirdiği ürünlerden ikram ederdi. Bir gün onu ziyarete gittim. Sanırım kavun kesti ve ikram etti.

Karşılarında bir tepe vardı. Burada, zaman zaman geceleri, tufaf bir ışık görünürmüş. Işıkmış ama bilmediğiz bir ışık.

Işık, yerden birkaç metre yükseklikte eğleniyor, sonra çoğalıyor ve kayboluyormuş.

Burası, Kurtuluş savaşında 2 tümenin kırıldığı yermiş. Hani Yunan’ın gece saldırdığı yerlerden.

Benim ziyaretimden bir gün önce Paşa gelmiş birliklerine.

Durum, Paşaya anlatılmış.
Kazı yapılmış. 12 şehit te orada yatıyormuş.

Buranın etrafı çevrilmiş, korumaya alınmış.

-----

KUR'AN OKURDU
VE HAVASINI DA
ATARDI

Ah o günler! Okur yazar nerede? diyor babam.
Yüzbaşının hanımı Kur’an okurdu. Bunun yanında, ata biner havasını atardı içimizde.

İlerliyen günlerde kızını bizim teymene verdi.

-----

GÜYA EMİRERİ OLACAKTIM

Teğmen bana 29 harfi öğretti.
Emireri olacaktım güya. Ne ben üzerine düştüm, ne de o. Hayır o görevini yaptı. İhmal eden bendim meseleyi.
-----

İKRAM

Memleketten gelen hediyeden Teymene de ikram ederdim, diyor babam.

Bir gün bastık geldi. Ona ikram ettim.

-----

İBADET

Askerden gelince başladığı namaz ibadetini bırakmamış.

Hatta asker arkadaşlarından biri, trende başlamış.

-----

NİŞANLILIK

Asker dönüşü, kış aylarının son günlerindeki bir günde, Köse Nenem uzaklardaki kızı işaret ediyor.

“Ahmet sana o kızı alalım mı?” diyor.

“Evet”diyor babam.

Bu kız anamdır.

Kendinden 8 yaş küçüktür.

Hadi’nin Yurt'unun alt tarafındaki bağlarında budanan çalıları temizlemektedir.
16 yaşlarındadır.

Ama büyüyecek.

-----

UMRE

ASHABIN
AYAK
İZLERİ

Hayatında en çok sevindiği olay bu umre ziyareti olsa gerek. Ben böyle düşünürken olayı babama açıyorum ve babam olayı doğruluyor.

Bir Müslüman için dünyanın 8 kutsal yerinden 7 ‘sini ziyaret etmek, ashabın ayak izlerine basmak elbette en mutlu olaydır.

-----

26 GÜN

Umresi 26 gün sürer.

Hani Saddam'ın sınırı kapattığı senenin arefesinde, 22 şubat 1989'da yolculuk başlar.
Antep, Urfa, Habur ve Bağdat..


Bağdat'ta İmam-ı Azam camini ziyaret ediyor.
Caminin hücresinde, İmam'ın abdest için kullandığı eski zaman ipriği. Emzikli iprik.

Bağdat, Kerbela arası hurmalık alan, diyor babam.

Yeşil.

Fırat’ın suyu buralara uzanıyor.

Bir Cuma günüydü Kerbela'ya uğradığımız.

Cumayı kılmadan buradan uzaklaşıyoruz. diyor babam.

Üzüntülü. İlayda Sevinç

27 yazısı var. Ahmet Hoca Nedir... konusuna 03.07.2008 tarihinde yazıldı.

-----

FAKI AHMET

Artık bundan sonra ona Fakı Ahmet dediler.

------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder