8 Şubat 2016 Pazartesi

KÖSE MEHMET


1885 doğumlu.

Babası Ciğerci Ahmet, anası Emine.
Köse Mehmet evli ve iki çocuklu olduğunda herkes gibi onun da askere alınma çağı gelmişti.

Önceleri Osmaniye yakınlarındaki tünellerin inşaasında askerlikten düşülmek üzere çalıştırdılar. Bu çalışmanın aylarca sürdüğünü tahmin ediyoruz. Köse Mehmet başlarında bulunan subayları ile anlaşır, çocuklarını görmek üzere kilometrelerce uzakta bıraktığı ailesine gider. Akşam, Yeşildere ismindeki köye gelir. Köyde geceler ve sabahleyin ona kılavuz olarak bir çocuk verilir. Ceyhan nehri burada geçit vermez. Ancak üzerine asma köprü yapılmış. Köprüden geçerken su çoğalır. Sanki kaynıyormuş gibi gelir. Çocuk: “ Bre Emmi biz buradan yüklerle değirmene gideriz.”der
Geceyi Anabat ismindeki bir köyde geçirir. Konuk olduğu aileye kendini tanıtır.
Üçüncü gün evindedir.

Seferberlik günleri başlar.

Dedem Köse Mehmet'i seferberliğe alırlar.

Hem de önceden bir suçu vardır. Hani çocuklarını görme arzusu ile gelişi kaçma olarak değerlendirilir.
Eğer af olmasa imiş sonuç idama kadar gidecekmiş.

Köse Mehmet savaşa gidince, Köse nenem dermiş ki; “ iki çocukla kalakaldım.”

Seferberliği Bağdat'adır. Düşman, İngilizlerdir. Kandırdıkları Arapları saflarında tutmayı başarırlar.

Birara Bağdat yakınlarında karargah kurarlar.

Babam Ahmet Fakı’nın anlattıklarına göre, İngiliz uçaklarının yağdırdığı bombalardan Fırat suyunun metrelerce yükseldiği ve nehirde çamaşır yıkayan kadınların, suda yıkanan çocukların kaçıştıklarını canlı gibi hatırlarmış.

-----

ÇOCUKLUK ARKADAŞLARI

Bir gün arkadaşlarından biri, yakınlarındaki tepede çadır kurup göçebe hayat sürenlerin dedeme selamını getirir. Dedem Köse heyecanlanır ve sevinir. ‘Acaba kimmiş bu tanıdıklar,’ diye düşünür. Yanlarına vardığında bir çok tanıdık yüz bulur. Bunlar, seferberlik öncesi köylerinden göç eden Ermeni'lerdir. Yaşlı kadınlar, ‘Mehmet'im,’ diye dedeme sarılırlar. İçlerinde, davar güttüğü arkadaşları, kilisenin bahçesinde oyun oynadığı oyun arkadaşları da vardır. Dedemi şaşkınlığa çeviren kız arkadaşlarının serpilip büyüdüğüdür.

-----

TOKAT

Tadatta Ali Çavuş’tan yediği tokadı unutamaz. Ali Çavuş, dedemin yeğenidir. Çavuş, askerinin saflarını düazeltir. Ama içlerinde biri var ki safı bozmakdır. Uzaktan subay görür ve Ali Çavuş’a dedemi işaret eder. Çavuş geldiğinde, dedem gerilerde bıraktıklarını düşlemektedir. Önce bir tokat. Dedem kendine gelmiştir.
Ki, Çavuş’un böyle yapması gerekiyordu.
Ali Çavuş: "Dayı, der, Yatıkkoz'da çadır kuruyordun değil mi?"
'Nasıl da bildi. Bahar gelmişti. Memleketimin baharı daha bir başka olur.' diye düşünür.

-----

ÇAVUŞ VURULUYOR


İngilizlerin sayısı çok fazla. Bir kısmı mevzide dinlenirken ikinci yarısı savaşmaktadır. Eğer, 2. yarısı yorulmuşsa 1. yarı taarruza geçiyor.

Bir gün, hiç neden yokken, ummadıkları bir anda, gündüz saldırıya uğrarlar. Şimdi bu da neyin nesi, demeye kalmaz. İngilizler, Ali Çavuş'un da içinde olduğu bir bölük askeri aralarına aılırlar. Çatışmada, Çavuş’un sağ çenesine isabet eden mermi soldan çıkıp, gitmiştir. Ve geride kan bırakmıştır. İngilizler, Onu ve diğerlerini alıp Hindistan tarafına götürürler.

Dedem onu hep ölmüş olarak bilmiş.
'Nasip olur da, yıllar sonra döndüğümde memleketteki eşine, dostuna ne demeliyim?.' diye düşünür. 'Oğlunuzu orada bırakıp mı, geldim demeliyim?.
Öldüğünü sansa da uzun aylar ve seneler Hindistan’daki esareti sürdü.
-----

MAHVOLMUŞUM

Ali Çavuş yok artık. Dertleşeceği kimse de yok.

Mevzideler.

Gökteki ay, çölün kumlarını yakıyor.

Ayakta.

Belki uyumuş. Hayır, olamaz, daha neyin nesi. Asker uyur mu? Mızkanmış olabilir. Kısa zamanda çok şeyler oldu. Arkadaşlarının kendini terk ettiğini gördü. Ayın Türkiye yönünden aştığını gördü. Artık kumların yıkayan parıltısı yoktu ayın.
Mevziden çıktı ve arkadaşlarının peşinden yürüdü. Sabahın karanlığında onlara yetişmek zor olacakmış gibi geldi. Gözlerini, karşıdan gelen karartıya dikti ve bekledi.

Hareketsiz.

‘Dönmüşlerdir,geliyorlar,’ diye düşündü.

Gelenlerden biri;

"Asker nereye?" dedi.

Dedem; "Arkadaşlarım gittiler, yalnız kaldım"

"Hayır. Yanılıyorsun. Biz aşçılarız. Sabah kahvaltısı götürüyoruz."

-----

KÖSE VURULUYOR

Babamın anlattıklarına göre, Fethiye Boğazı savaşını unutmazmış. Osmanlı ordusu, İngiliz birliklerini Boğazdan çıkarmıyor. İngilizler, gece ilerlemeye çalışıyor.
İşte o gece dedem Köse vuruluyor. Vurulma olayını babam bilmiyor. Dedem ya anlatmamış, ya da babam unutmuş. Ama ben biliyorum. Sanırım olayı bana dedem ben çocukken anlatmıştı. Hem de aklımda güzel kalmış. Keza 7/8 yaşlarında çocuktum.

Düşman 3 kilometre uzaktadır. Boğazın yukarısındaki Osmanlı askerlerine ateş ediyorlar. Ateşle birlikte düşmanın ortalık aydınlanıyor. Dedem mavzerin ateşinde topuğundan yaralanıyor. Dedem, can havliyle, tam bu sırada düşmanın üzerine ateş ediyor. Bu ateşte mavzerinden çıkan merminin ışığında bir düşman askerinin dönerek düştüğünü görüyor.

Hayıflıyor.

-----

DÖNÜŞ

Şimdi ne güzel.

Aradan seneler geçti. 4 sene.

Musul'a giden bir tren var, diyorlar ona.

Antep'e geldiğinde saygı görüyor esnaftan. Para veriyorlar. Bu, askere saygının üst seviyesinden dolayıdır. Yemek ye, demektir.

Maraş’a geldiğinde uzun yol çekmiş askerlerle karşılaşıyor. Bağdat/Maraş arası 52 gün diyorlar.

Üngüt’e geldiğinde aldığı haber onu sevindiriyor:

"Ali Çavuş'un Hindistan'dan mektubu geliyor."

------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder